“Keskin bir gözlem gücünün desteklediği arı bir bilinçle yazılmış olan Veba, yalnızca XX. yüzyılın değil, bütün bir insanlık tarihinin ortak bir sorununa değinir: felaketin yazgıya dönüşmesi. Çağının önde gelen düşünürlerinden Nobel ödüllü yazar Albert Camus’nün hiçbir yapıtında böylesine acı bir yazgı, böylesine şiirsel bir dille ele alınmamıştır. Veba, insanın ve aydınlığın şiiridir. Bu şiirde renkler alabildiğine koyu ancak yazarın sesi o denli umut doludur.
Beklenmedik bir boyuta ulaşan veba salgını, tüm Oran kenti sakinlerini önce umutsuzluğa boğar, ardından Doktor Rieux, Tarrou ve Grand’ın gösterdikleri dayanışma örneği, başta yetkililer olmak üzere, herkes için güç ve umut kaynağı olur. İşte Albert Camus’nün insana bakışı ve inancı, bu noktada karşımıza çıkar. Camus, okurlarını, ortadan kaldıramayacağını bile bile vebayla savaşan Doktor Rieux’nün kişiliğinde, dünyanın saçmalığını, yenilginin sonu gelmeyeceğini bile bile kötülüklere karşı çıkmaya, yaşama anlam katmaya çağırır.”
Kitaptan Alıntılar :
“Yalnızlığın bu uç noktalarında, sonunda kimse komşusunun yardımını ummaz oldu ve her bir kimse kendi uğraşıyla yalnız başına ilgilenir oldu. Rastlantı olarak eğer aramızdan birisi içini dökmeye ya da duygularıyla ilgili bir şeyler söylemeye çalıştığında aldığı yanıt, ne olursa olsun, çoğu zaman onu yaralıyordu. O zaman karşısındakiyle aynı şeyden söz etmediğini fark ediyordu. Gerçekte o, düşünmeyle ve acıyla geçmiş uzun günlerin derinliğinden çıkıp kendini anlatıyordu; karşısındakine aktarmak istediği imge bekleyişin ve tutkunun ateşinde çok uzun süre pişmişti. Oysa öteki, tersine, alışılmış bir heyecan, çarşıda pazarda satılan türden bir acı, sıradan bir melankoliyi aklına getiriyordu. İster iyilik ister düşmanlık taşısın, yanıt hep yanlış yönde oluyordu, her zaman yanlış yönde oluyordu, her zaman vazgeçmek zorunda kalınıyordu. Ya da en azından, sessizliği katlanılmaz bulanlar, ötekiler yüreğin gerçek sesini bir türlü duyamadıkları için, çarşı pazar dilini kullanmaya ve alışılmış biçimde, sıradan ilişkiler ve olan bitenden, bir anlamda gündelik olaylardan söz etmeye razı oluyorlardı. O zaman da en gerçek acılar, söyleşinin sıradan kalıpları içinde aktarılır oldu. İşte ancak bu yoldan, vebanın içine hapsettiği insanlar kapıcılarının anlayışıyla ya da kendilerini dinleyenin ilgisiyle karşılaşabiliyordu.”
Gerçekten de felaketler ortak bir şeydir, ancak başınıza geldiğinde inanmakta güçlük çekilir…
…
Vebalar da, savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar.
…
Bir savaş patladığında insanlar, “Uzun sürmez bu, çok aptalca!” derler. Ve kuşkusuz bir savaş çok aptalcadır, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez. Budalalık hep direnir, insan hep kendisini düşünmese bunun farkına varabilirdi. Bu açıdan burada oturanlar da herkes gibiydi, kendilerini düşünüyorlardı; bir başka deyişle hümanisttiler; felaketlere inanmıyorlardı.
Felaket insana yakışmaz, onun için felaket gerçekdışıdır, geçip gidecek kötü bir rüyadır,denir.
Ancak her zaman da geçip gitmez, kötü rüyalar arasında insanlar geçip gider; önlemlerini almadığından da başta hümanistler gider.
Yurttaşlarımız da başkalarından daha az ya da çok suçlu değildi; alçak gönüllü olmayı unutuyorlardı…
İşlerini yapmayı sürdürüyorlardı, yolculuklar ayarlıyorlardı ve düşünceleri vardı…
Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacak.
Albert Camus – Veba Can Yayınları