NEDEN OKUNMALI? Harvard Üniversitesi’nden iki genç bilim insanı kovid-19 ve çevre sorunları arasındaki sıkı ilişki üzerine yoğunlaştı. “Şu anda ele alınması gereken daha acil sorunlar olsa da SARS-CoV-2’nin nereden geldiğinin kapsamlı bir biçimde anlaşılması gerekiyor. Bunu anlamak için, çevre krizini bir bütün olarak ele almalıyız. Çünkü tükenişten iklim değişikliğine kadar, her yönüyle daha fazla hastalık üretme potansiyeline sahip.”

Yazının 2. bölümünde insanlarla hayvanlar arasındaki iletişimin tarihsel boyutu ve Marksizm açısından durum değerlendirmesi yer alıyor.

Okuma süresi: 4 dakika


Yazının ilk bölümü için tıklayınız


Bu olayların her birinin arkasındaki bilim karmaşık olsa bile, genel mesaj gayet basit: insanlık doğaya ne kadar az yer bırakırsa (yeni ve ölümcül zoonozlar da dahil) o kadar çok çevresel sorun olur. “Antroposen”e atıfta bulunmak, sorunun ölçeğini özetlemenin bir yolu ama yeni bir jeolojik çağa niye girdiğimizi anlamak için analitik kavramlara gereksinim duyuyorken fazlasıyla açıklayıcı.

İşte bu alan, solun bilim insanlarına ve daha geniş topluma, birleşik çevre krizini çerçeveleyebilecek kavramlar sağlayarak müdahale edebileceği bir alan. “Antroposen” hakkında konuşmak yerine, eski bir Marksist fıkranın tozunu alabiliriz: doğanın insanlaşması.

Dünyanın Ruhu ve Ormanın Ruhları

Doğanın insanlaşması, insanlığın doğaya yabancılaşmasını, dünya tarihinin düğüm noktası olarak gören Hegel’den esinlenen bir fikir. Emek, doğayı insan bilinciyle damıtarak, ikisini uzlaştıran süreç olarak anlaşıldı. Hayvanların yaptığı gibi, yiyeceklerimizi doğrudan doğadan almak yerine, insanlar tarım ve hayvancılık yapmak için, doğal akışlara yön vermek amacıyla araçlar kullanırlar (kuşkusuz aşırı bir sadeleştirme). Hegel’in mantığını, doğanın insanlaşmasının büyük bir kısmının (Devletler İklim Değişikliği Panelinde de belirtildiği gibi) “toprağın kullanımdaki dönüşümünün” tarihi olduğunu söyleyebilecek şekilde genişletebiliriz.

Karl Marx, süreci insan doğasının bir ifadesi (yani “tür-varlığımız”) olarak kabul ederek, Hegel’in kavramından yararlandı. Bununla birlikte Hegel’in aksine Marx, doğanın insanlaşmasının, sermayenin bilinçsizliği ve insan bilinci arasındaki boşanma nedeniyle, kapitalizm altında bozulduğunu hissetti. Marx’a göre, sermaye sadece kendini genişletmeye çalıştı. Kapitalist birey “kişileştirilmiş sermaye”ydi; “bilinç ve iradeyle donatılmış olsa” da kapitalist bireyin özgürlüğünün sınırlı olduğunu, sermaye birikiminin yegâne amacına ulaşmasına boyun eğdiğini savundu. Bunu bugün görüyoruz: Bir şirketin CEO’su bir doğasever olabilir; ama kâr oranını sürdüremezse, pahalı, çevre dostu teknolojiye şirketi ezilmeden yatırım yapamaz. Marx’ın benimsediği doğanın insanlaşması kavramı, toplum uçuruma yaklaştığının farkında olmasına rağmen, neden rotasını değiştiremediğini; planlı fosil-yakıt çıkarmanın, Paris Antlaşması sınırlarını dramatik bir biçimde neden aştığını açıklıyor. Siyasetçiler bir şey söyleyebilir, hatta bunu bir antlaşmaya yazabilir ama “fosil yakıtı toprakta bırakmak” mevcut ekonomik sistemimizde ölçüsüzlük olur.

Bir kavram olarak “doğanın insanlaşması,” “Antroposen” kavramından daha yararlıdır çünkü kapitalizmin diğer tarihsel dönemlerden farklı olarak, doğanın temelden yeniden düzenlenmesi projesi olduğunun altını çizer. Sermayenin, biyosferi yok ettiğinin farkında olmayan duygusuz bir güç olması nedeniyle, nihai olarak felakete yol açacağını vurgular. O halde, böyle bir süreç karşısında, ekonomi üzerinde bilinçli denetime gereksinimimiz olduğu ölçüde, doğaya işlevini yerine getirmesi için gereksinim duyduğu alanı vermeliyiz.

Sosyalistler olarak olanaklı olan her yerde, ister sığır çiftçileri tarafından Amazon yağmur ormanlarının yakılması olsun, isterse Kanada’da geleneksel olmayan petrol sevkiyatı için yeni boru hatları döşenmesi olsun, doğanın sermayeleştirilmesine karşı direnmekle kalmamalıyız. Doğanın sosyalist insanlaştırılmasına, yani, solcu amaçlar için doğaya hükmetme iradesine karşı da ihtiyatlı olmalıyız. Prometheusçu denetim fantezisi solda, özellikle “tam otomatik lüks komünizmi”nin taraftarları arasında hâlâ güçlü bir desteğe sahip. (Laboratuvarda üretilmiş eti ve yaban hayatının eski haline getirilmesini destekleyen Aaron Bastani, bu akım içinde kısmi bir istisnadır).

Sosyalistler, eleştiri ve bilimsel sağduyu becerilerini yemek masasında çok nadiren uygularlar. Şüphesiz Marx bir çevreci değildi; ve bu nedenle, sosyalizmin ne olabileceğini hayal etmek için, zaman zaman ona karşı düşünmek zorunda kalıyoruz. Marx, tarihin çiftçiliğin doğuşuyla başladığı konusunda haklı olabilir ama bunun ikizinin ortaya çıkışını göz ardı etti: salgın hastalıklar.

Trajedinin ve Tüberkülozun Doğuşu

Bilim adamları, insan patojenlerinin çoğunluğunun (belki de hepsinin) insan türünün şafağında değil, görece yakın geçmişte ortaya çıkan zoonozlar olduğunu düşünür. Kızamığın muhtemelen 7.000 yıl önce sığır hastalığından evrimleşmiş olması mümkündür. Grip yaklaşık 4.500 yıl önce su kuşlarının evcilleştirilmesiyle başlamış olabilir. Jenner’ın kendi uzmanlık alanı olan çiçek hastalığı, muhtemelen 4.000 yıl önce Doğu Afrika’da bir gerbil virüsü, yeni evcilleştirilmiş deveye ve sonra da insanlara sıçradığında ortaya çıktı. Yeni Dünya’da tarım yaygın olarak uygulanıyordu ama az sayıda hayvan evcilleştirildi, bu yüzden yerli halklar nispeten hastalıktan azade yaşıyordu. Bununla beraber sömürgecilikle birlikte hayvancılık, Avrupalı işgalcilere epidemiyolojik bir üstünlük kazandırdı; ve yerli halk, hızla kızamık, tifüs, tüberküloz ve çiçek hastalığına maruz kaldı. Yeni Dünya’nın nüfusu 1492 yılında 50 ila 100 milyon arasında olmasına karşın, büyük ölçüde Eski Dünya zoonozları nedeniyle sonraki yüzyıllarda %90 oranında düştü.

Bir süre boyunca, tıpkı refah devletinin kapitalizmi evcilleştirmesinde olduğu gibi, yeni ilaçlar da eninde sonunda patojenleri kontrol altına alacakmış gibi göründü. 1972 yılında, bulaşıcı hastalık üzerine bir ders kitabının yazarları, “bulaşıcı hastalığın geleceği hakkında en olası tahmin, çok sıkıcı olacağıdır” fikrine inandı. 1975’te Yale Tıp Fakültesi dekanı, “keşfedilecek yeni bir hastalık olmadığını” öngördü.

Sadece bir yıl sonra Ebola virüsü tespit edildi. Bundan kısa bir süre sonra, yeni zoonozda ilk yetkili incelemenin editörü, “İnsan yapımı çevresel değişikliklerin ölçeği ne kadar büyükse, eski veya yeni bir zoonozun ortaya çıkma olasılığı o kadar büyük olur” uyarısında bulundu. HIV, sorunu daha da acil hale getirdi. 1990’larda, “ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklar” alanı “sadece merak” olmaktan, geniş bir disiplin olmaya geçti. 2005 H5N1 kuş gribi korkusu sonrasında, ABD hükümeti on yıl içinde yeni Ebola ve korona virüs türleri de dahil olmak üzere, yaklaşık bin yeni virüs tespit eden PREDICT programını başlattı. Trump yönetimi PREDICT’i geçen yıl kapattı.

Doğanın insanlaşmasının herhangi bir yönü, bilim adamlarının “patojen kirliliği” dedikleri şeye, farklı hayvan türleri arasındaki hastalığın yayılmasına neden olacak. Lyme ve Batı Nil gibi hastalıklar çoğaldı çünkü biyolojik çeşitliliğin azalması, beyaz ayaklı fareler veya kızılgerdanlar gibi bazı taşıyıcı türlerin dağınık büyümesine neden oldu. Ormansızlaşma ve iklim değişikliği, sivrisineklerin yaşam alanını genişletir. Böylece dang, zika, sıtma ve diğer hastalıklar daha yaygın hale gelir. Yeni hastalıkların halihazırdaki patlaması, sadece insanlar için değil, hayvanlar için de bir sorun. Yeni mercan hastalıkları alglerin çoğalması ve iklim değişikliğiyle bağlantılı. Kediler, yunuslara ve beyaz balinalara toksoplazma verdi.

Sanayileşmiş hayvancılık, bizi halk sağlığının taş devrine geri döndürmek için en büyük katkıyı yaptı. Antarktika imparator penguenleri bile bu yeni döneme özgü değişimden muaf değil. Onlar şimdi, 1980’lerde ABD doğu kıyısındaki geniş kümes hayvanları fabrikalarının bağırsaklarından ortaya çıkan bir hastalık olan bulaşıcı bursal hastalığından mustarip. Hayvancılık endüstrisinin genişliği, yaklaşık dört milyar hektarlık, dünyanın yaşanabilir yüzeyinin %40’ını kapsıyor; bu da onu insanlık ve doğa arasındaki en büyük arayüz ve böylece yeni hastalıklar için birincil geçit haline getiriyor.


Yazının devamı için tıklayınız


Drew Pendergrass: Harvard Magazine ve Jacobin yazarı, Çevre mühendisi



Troy Vettese: Çevre tarihçisi ve Harvard Üniversitesi’nde araştırma görevlisi, Jacobin ve Boston Review yazarı.


Jacobin‘den çeviren: Tanju Aşanel Düzeltme: Deniz Vural


Bir Yorum Yazın