NEDEN OKUNMALI? Dünyanın çoğuna yaptığı gibi kovid-19 ilk başlarda Avrupa’yı da perişan etti. Fakat Avrupa Birliği ve üye devletleri sokağa çıkma yasaklarını sert bir şekilde uygulayarak, bilim insanlarının önerilerini takip ederek ve çalışanları destekleyerek, pandemiyi göreli olarak kontrol altına alabildiler ve ekonomik yıkımı atlatabildiler. Dolayısıyla Avrupa, küresel prestij ve kendine güvenini kazandı. 21. Yüzyıl Avrupa yüzyılı olmayabilir ama liberal bir yüzyıl olması için başrolü oynamak zorunda kalacak.

Okuma süresi: 6 dakika

Avrupa, 1990’lardan beri jeopolitik olarak yetersiz durumda. Dünyanın en büyük ekonomisine sahip oluşu, 450 milyon insanı, Rusya’yla karşılaştırılabilecek savunma harcamalarıyla beraber, kıta bir süper güç olabilir. Yine de Avrupa, kendisini oluşturan ülkelerin toplam nüfuzuna eşit olmaya asla yaklaşamadı. Kronik ekonomik, siyasi ve kurumsal sınırlamaları ve krizleriyle kuşatılmış Avrupa Birliği, küresel konularda geçtiğimiz otuz yılda son derece küçük bir etki yarattı. Bu sırada Avrupa’nın en güçlü üye devletleri ya Fransa’nın yaptığı gibi hâkimiyetlerini azalttı ya da Almanya’nın yaptığı gibi uluslararası liderliğin yükünü üstlenmeye direndi.

ABD’li analistler, Avrupa’nın beceriksizliğini verilerle görmeye başladılar. 2011’de Dış İlişkiler Konseyi başkanı Richard Haass, 21. yüzyılda “Avrupa’nın sınırlarının ötesindeki meseleler üzerindeki etkisinin, keskin bir şekilde sınırlı olacağını” yazdı. Brüksel, Washington’ı sadece kolektif güvenliğin yükünün fazlasını taşımayı reddederek hayal kırıklığına uğratmakla kalmadı, bununla beraber küresel ithalat meselelerinde kendisinin diplomatik ağırlığını aşağıya çekti.

Şimdi, Avrupa aniden hareketleniyor. Kovid-19 pandemisi, kıtayı yıllarca süren ekonomik ve siyasal uykusundan uyandırdı ve Avrupa entegrasyonu projesini altı ay önce hayal bile edilemeyecek yönlerde yeniden canlandırdı. Avrupa Birliği’nin kurucu mimarlarından biri olan Jean Monnet’nin “Avrupa krizlerle inşa edilecek” ünlü sözünü anımsatarak. Bu kriz, Avrupa’yı dünya sahnesinde güçlendirmeye yardım edecek ve 21. yüzyıl küresel düzenini tanımlayacak bir etken olarak daha da kendinden emin ve iddialı bir hale getirebilir.

Brüksel bağını çözüyor

Dünyanın çoğuna yaptığı gibi kovid-19 ilk başlarda Avrupa’yı da perişan etti. Fakat Avrupa Birliği ve üye devletleri sokağa çıkma yasaklarını sert bir şekilde uygulayarak, bilim insanlarının önerilerini takip ederek ve çalışanları destekleyerek, pandemiyi göreli olarak kontrol altına alabildiler ve ekonomik yıkımı atlatabildiler. Dolayısıyla Avrupa, küresel prestij ve kendine güvenini kazandı. Yakın zamanlarda Avrupalı liderler, alışılmadık ölçüde iddialı hareketlerde bulundular. Haziran ayında Çin’in Hong Kong için yeni ulusal güvenlik yasasını dayatmasından sonra, Avrupa Birliği Çin’i kınadı ve yasayı “içler acısı” olarak tanımladı. Ayrıca AB, gözetim için kullanılabilecek teknoloji gibi hassas ekipmanların Hong Kong’a ihracatını sınırlamayı kabul etti. Temmuz ayında AB ilk kez Çin, Rusya ve Kuzey Kore üzerinde siber yaptırımlar uyguladı. Ve bu ay Avrupalı liderler Belarus’taki hileli seçimleri kınadı ve Rus müdahalesini engellemek için Kremlin’le diyalog başlattı.

Ama Avrupalı liderlerin pandeminin başlangıcından beri attıkları en önemli adım, iki trilyon dolarlık kurtarma paketini geçirmeleriydi. AB, popülizmin yükselmesine katkıda bulunan, AB’ye olan desteği azaltan ve sürekli olarak avroyu ekonomik krizin eşiğine koyan on yıllık ezici ekonomik kemer sıkma defterini bir hamlede kapattı. Tek tek Avrupa devletlerinin muazzam teşvik harcamalarıyla birleştiğinde, kurtarma paketi Avrupa’yı güçlü bir ekonomik iyileşme rotasına sokuyor. Ayrıca AB’nin federal güçlerinin önemli oranda genişlemesine yol açıyor. Anlaşma AB’ye gerçek bir devlet gibi borç alma, vergi ve harcamalar konusunda olanaklar sağlayabilir. Pandemi, borç, göç ya da bambaşka bir kriz ortaya çıkarsa, AB bunlara cevap verebilmek için kaynakları kullanma becerisini elinde bulunduracağını gösteriyor.

AB daha önce hiç bu tür yetkilere sahip olmamıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri, Avrupa’yı entegre etme ve federal bir yapı yaratma süreci, düzensiz bir şekilde meydana geldi. Uzun bir duraklama döneminin ardından, AB için kuralları koyan, 2009’da yürürlüğe girmiş Lizbon Anlaşması’ndan beri, Avrupa melez bir siyasal sistem içerisinde mahsur kalmış durumda. Kısmi federal devlet, kısmi çok taraflı bir organizasyon bu.

AB güçlenmişken, Brüksel küresel bir oyuncu olarak meydana çıktı. Örneğin küresel piyasaların düzenlenmesinde. Columbia Hukuk Fakültesi’nden Anu Bradford’un ileri sürdüğü gibi, AB’nin devasa ekonomisi ve tüketici tabanı, ona dünya çapındaki pazarlar için standartlar belirleme gücü veriyor. Ancak AB’nin dış politika da dahil olmak üzere üye devletlerinden fikir birliği alması gereken yerlerde, sürekli olarak aksamalar yaşandı.

AB daha öncesinde hiç bu kadar güçlü olmamıştı.

Kurtarma paketi üzerine olan anlaşma, bir dizi yeni olasılıklar ortaya çıkardı. Çok büyük bir ekonomik krizle yüzleşen Avrupalı liderler, birdenbire Brüksel’in gücünün sınırlarını zorlamaya, muhtemelen AB kurallarının yeniden yorumlanması üzerinden gönüllü gözüküyor. Bazı AB politikacıları, dış politika kararlarında oybirliği şartını “nitelikli çoğunluk” lehine kaldırmaya çağırıyor. Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrel’in dediği gibi, “Güçlü ve mühim bir pozisyonu çoğunlukla belirlemek, oybirliğiyle zayıf ve beraberinde az mühim bir pozisyonu benimsemekten daha iyidir.” Öyle bir değişim AB üye devletlerinin oy birliğini gerektirir, şu an içinse bu pek mümkün değil. Fakat kovid-19 pandemisi tarihsel açıdan daha güçlü bir AB’yi savunan Fransız-Alman ittifakına yeni bir soluk getirdi. Melez sistemi nedeniyle engellenen AB, dış politikaya daha güçlü ve daha uyumlu bir yaklaşım geliştiremezse, AB liderleri (özellikle Fransızlar ve Almanlar) her zamankinden daha yüksek sesle reform çağrısında bulunacaklar.

Avrupalılar Avrupa’ya bakıyor

Avrupa’nın jeopolitik uyanışı tam anlamıyla birdenbire ortaya çıkmadı. Donald Trump başkanlığı döneminde ABD-Çin arasındaki rekabetin güçlenmesiyle Avrupa, büyük güçlerin yarışıyla tanımlanan dünyaya yaklaşımını yavaşça ayarlamaya başladı. Avrupa Birliği, kendi egemenliğini savunmak ve kendi çıkarlarını ABD’den bağımsız olarak ilerletmeye çağıran “stratejik özerklik” düşüncesini tartışmaya başladı. Fakat pandeminin ortasında, stratejik özerklik AB liderlerinin tartışması gereken bir kavramdan daha çok, yürürlüğe koyması gereken acil bir politika gibi görünüyor. Avrupalı ​​liderler, Trump yönetimi altında istismar edici hale gelen bir Amerikan müttefiki veya küresel liderlik için giderek daha saldırgan bir Çin’e bakmak yerine, Avrupa’ya bakmaları gerektiğini düşünüyorlar.

Bu değişikliğin bir kısmı, Amerika Birleşik Devletleri’nin kovid-19’a verdiği yıkıcı tepkiden ve eş zamanlı olarak ırksal gerilimlerin sokaklara dökülmesinden kaynaklandı. Avrupa’nın transatlantik ittifakına olan desteği ABD’nin “terörle mücadele”, Irak’ın acemice işgali ve 2008 finansal krizindeki abartıları sonucu çoktan azaldı. Ama Trump yönetiminin yakın zamandaki başarısızlıkları ABD’nin kendisini yönetme konusundaki temel yetisi hakkında daha derin soruları ortaya çıkarıyor. Avrupalı politikacılar eski Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın kasım ayında bakanlık seçimini kazanması durumunda bile, ABD’nin iç meselelerle meşgul olacağından, Avrupa’nın ABD’nin küresel liderliğine bağlı kalabileceğinden şüphe ediyor.

Avrupa’nın görünümündeki değişim ayrıca Çin’e de bir yanıt. Avrupa, Çin’i uzun zamandır ekonomik bir mercekle görmüştü. Açıklık ve ticaretin Çin’de siyasi bir özgürleşmeye ve dahası demokratikleşmeye doğru yön verebileceğini umdu. Fakat Çin’in ekonomisi canlandıkça siyaseti de bir o kadar sıkılaştı. Açıklık tek yönlü bir ilişki çıktı ve Çin’in Avrupa’da haksız ticaret uygulamalarının artmasıyla ABD’de de yaptığı gibi gerilime neden oluyor. Pandemi, Avrupa kamuoyunu kesin olarak Çin’ e karşı döndürdü. Pekin virüsün kaynaklarını örtbas etmek istedi ve virüsü kontrol altına aldığı anda, Avrupalıları alarma geçiren ve yabancılaştıran agresif bir “kurt savaşçı” diplomasisi kampanyasına girişti.

Avrupa birliğine daha fazla ve diğerlerine daha az inancın olduğu yeni bir on yıla giriliyor.

ABD ve Çin’in değişen algıları, Avrupa’nın dış politikadaki ani iddialılığını hesaba kattıysa, Avrupa’nın kendisi hakkındaki sezgileri de o yönde. Kovid-19, Avrupalı büyük çoğunlukları daha iyi bir AB beraberliğine ihtiyacının olduğuna ikna etti. Halk arasındaki düşünce değişimini hisseden Avrupalı liderler çarpıcı bir ekonomik faaliyete adım attı. Avrupa birliğine daha fazla ve diğerlerine daha az inancın olduğu yeni bir on yıla giriliyor.

Avrupa Yüzyılı mı?

AB bir gecede süper güce dönüşmeyecek ve hiçbir zaman da dönüşmeyebilir. Bir federal birlik için bu büyük proje, devam eden bir iş olarak kalabilir. AB hala popülist siyasetçilerden ve ulus devletin devam eden gücüne, kuzey ve güney arasındaki ekonomik farka, iç demokratik açıktan dolayı Brüksel’e olan haklı kuşkuculuğa kadar, büyük iç zorluklarla yüzleşiyor. Ama Avrupa’nın bu krizden daha güçlü, daha birleşik bir küresel oyuncu olarak çıkabileceğine dair az da olsa şüpheler olabilir.

ABD için bu iyi bir haber. Avrupa ABD için, özellikle ABD’nin Çin’le olan çekişmesinin yoğunlaşması durumunda önemli bir partner olabilir. Washington Avrupa’nın yükselişini destekleyebildiği yerde desteklemeli. Avrupa’nın yetersiz ordular gibi eksiklerini dert etmemeli. Onun yerine, Avrupa’nın neye sahip olduğuna odaklanmalı: etkili bir diplomat topluluğu, dünyanın en büyük ekonomisi ve yükselen küresel prestij. 21. Yüzyıl Avrupa yüzyılı olmayabilir ama liberal bir yüzyıl olması için başrolü oynamak zorunda kalacak.


Max Bergmann – Foreign Affairs yazarı, ABD Dışişleri Bakanlığı eski görevlisi



Foreign Affairs‘den çeviren: Tanju Aşanel Düzeltme: Deniz Vural


Bir Yorum Yazın