NEDEN OKUNMALI? Noema Magazine’in baş editörü ve Berggruen Enstitüsü’nün kurucu ortağı Nathan Gardels, kitapları Türkiye’de de yayınlanan ve büyük ilgi gören İskoç tarihçi Niall Ferguson’la başta küresel salgınlar olmak üzere, ulusların yaşanan krizlerde gösterdiği davranışlar hakkında geniş bir söyleşi gerçekleştirdi.
Okuma süresi: 8 dakika
Nathan Gardels: Birkaç yıl önce Jared Diamond, ulusların krizlerden nasıl kurtulduğunu ya da kurtulamadığını anlattığı bir kitap yazdı. Bazıları bu krizlerden kurtulamazken, bazılarının kurtulmasını sağlayan birkaç genel özelliği sıraladı. Diamond’a göre, bireylerde krizlerin üstesinden gelinmesi için geçerli olan şeyler, uluslar için de geçerliydi.
Bu nitelikler arasında; gerçekçi bir öz-değerlendirme, başka yerlerdeki uygulamaların en iyilerinin seçici bir şekilde benimsenmesi, temel değerleri koruyarak başkalarından öğrenme kapasitesi, uzlaşmaya izin veren esneklik ve etkin bir tepkiyi harekete geçirmek için yeterince güçlü bir kimlik duygusu yer aldı.
Bir uygulamalı tarihçi olarak belgelediğiniz felaketlerin tarihine bakıldığında, bu tür genel niteliklerin benzer bir listesini sunabilir misiniz?
Ferguson: “Doom”un [1] ikinci bölümünde, Diamond’ın ulusların bireylere benzer şekilde düşünülebileceği argümanına itiraz ettim. Devletlerin büyüklüğü ve süresi çok daha fazla çeşitlilik gösterdiğinden, onlara insani nitelikler atfedemeyiz ve etmemeliyiz de. Çin veya Hindistan için doğru olanın, Danimarka veya Kosta Rika için doğru olması pek olası değil. Felaket karşısında bir yönetimin mücadelesi, tam olarak halkın bireysel dürtülerinden kaynaklanan davranışlarının üstesinden gelmek ve bir bütün olarak nüfus için optimal olmayan sonuçları olan “sauve qui peut” (panik) davranışlarını kontrol etmektir.
Burada önereceğim üç ders şunlardır: Birincisi, (çoğu Batılı hükümetin yaptığı gibi) yanlış felakete titizlikle hazırlanmaktansa, genel olarak paranoyak olmak (Tayvan, Güney Kore ve İsrail hükümetlerinin yaptığı gibi) daha iyidir. İkincisi, tepki hızı, kehanet yeteneğinden daha önemlidir. Felaketleri tahmin etmek doğal olarak imkânsızdır, bu nedenle hükümetlerin çok çeşitli olası senaryolara hızla tepki vermeye odaklanması gerekir. Üçüncüsü, yeni ve kullanışlı teknolojiler elde bulunuyorsa (örneğin, küresel salgının ilk dönemlerinde uygulanan dijital temas takibi gibi), hükümetler bunları kullanmalıdır.
Gardels: Kitabınızda son yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nin operasyonel kapasitesinin köreldiğini belirtiyorsunuz. Amerikan bürokrasisi o kadar yetkin veya yetenekli değil ve bu nedenle bir zamanlar olduğu kadar güvenilir veya etkili değil. Bu körelmenin sebepleri neler? Bunu onarmak için neler gerekecek? Başkan Biden’ın sadece yollara, köprülere ve geniş banda değil, aynı zamanda erken çocukluk dönemi bakımlarından, teknoloji ve tıpta temel Ar-Ge’ye kadar diğer sosyal ve bilimsel altyapıya da yatırım yapma konusundaki mevcut devasa planları doğru mu?
Ferguson: Bence basit cevap, bürokratik zihniyetin doğası gereği işlevsiz olduğu. Common Good’u kuran Philip K. Howard bu konuyu inceledi. Mevzuat, lobicilik yoluyla çıkar gruplarının rekabetini yansıtacak şekilde yazılır. Bürokrasi, her olasılığı kapsayacak (ve bürokrasiyi büyütmek için) tasarlanmış düzenlemeler üretir. Sonuç artan karmaşıklıktır.
Küresel salgın öncesinde, kâğıt üzerinde çok sayıda hazırlık planımız vardı; sadece işe yaramadılar. 2007’de, bankalar kâğıt üzerinde birden fazla düzenlemeye tabiydi, onlar da işe yaramadı.
Biden yönetiminin yaklaşımı, tedavisi olduğunu iddia ettiği hastalığın bizzat kendisidir. Fiyat etiketi altı trilyon dolara yaklaşan önlemler, benim görüşüme göre, bürokrasinin temel patolojilerini ele almadan, kapsamını ve kaynaklarını genişleterek az önce tarif ettiğim sorunları daha da kötüleştirmekten başka bir şey yapmayacaktır.
“Biden Yönetiminin Yaklaşımı, Tedavisi Olduğunu İddia Ettiği Hastalığın Bizzat Kendisidir.”
Gardels: Batı demokrasileri açık toplumlar olduğu için hem dayanıklı hem de savunmasızdırlar. Dayanıklıdırlar, çünkü kovid küresel salgını durumunda, ağların dikkate değer bir çevikliği, birçok temel faaliyeti dijital alana aktarması ve sizin de belirttiğiniz gibi bir yıl içinde aşıların bulunması bunu kanıtladı.
Öte yandan, o kadar savunmasızız ki sağlam bir müşterek tepkiyi harekete geçirmek zor oldu. Sosyal medyanın katılımcı gücü sayesinde, maskeler ve aşılar geniş kitleler tarafından çoğalan bir patojene karşı bir saldırı olarak değil, devlet otoritesinin bireysel özgürlüğe karşı bir komplosu olarak görüldü. Salgın siyasallaştı.
Batının güçlü ve zayıf yönlerine ilişkin bu görüşe katılıyor musunuz? Tarihte, herkesi etkileyen salgınlar karşısında otoriteye karşı böyle bir direnişin örnekleri var mı?
Ferguson: Evet, büyük ölçüde katılıyorum ancak Tayvan’ın Batı’daki birçok kişinin varsaydığından çok daha fazla açıklığa sahip olduğunu ve bireysel özgürlüklerden bizim kadar ödün vermeden bir salgını nasıl kontrol altına alınacağını kesinlikle gösterdiğini de düşünüyorum.
Bana göre dikkat çeken nokta, kamu sağlığının maske, tedavi ve aşıların tamamının partizan bir mesele haline geldiği noktada siyasileşmesidir. ABD’de durum her zaman böyle değildi, örneğin 1957’de insanlar ABD’nin aşı geliştirmede, üretiminde ve dağıtımında dünyaya öncülük etmesinden genellikle çok memnundu.
Öte yandan, halk sağlığı önlemlerine karşı halkın direnişi uzun bir geçmişe sahip. “Doom”da örneğin, 18. yüzyılda çiçek hastalığına karşı olan muhalefete dikkati çekiyorum. 19. yüzyıldaki kolera olaylarına bakıyorum ki bu olaylar sağlık görevlilerinin kentsel sağlık koşullarını iyileştirmeye çalışmasına yönelikti.
Halk sağlığı önlemleri konusunda fikir birliğine varmak kolay değil ve bunu yapmanın yolları hakkında çok düşünmemiz gerekiyor. Bir vakayı ele alırsak, CDC ve diğer ajanslar mesajlaşma konusunda daha iyi bir iş çıkarsalardı, bunun yardımı olabilirdi. Ayrıca, aşı karşıtı komplo teorileri gibi tehlikeli içerikleri teşvik etmenin Facebook’a bir maliyeti olsaydı, bu da yardımcı olurdu.
Gardels: “Doom”da belirttiğiniz gibi, giderek daha fazla entegre ağlar nedeniyle, salgınlardan finansal balonlara ve çöküşlere kadar pek çok türde bulaşma, felaketi her zamankinden daha hızlı ve geniş çapta yayabilir. Ağların olduğu yerde, devre kesicilerin de olması gerektiğini öneriyorsunuz. Bir veya iki olaydan örnek verebilir misiniz?
Ferguson: Devre kesiciler, yalnızca elektronik konusunda değil, aynı zamanda menkul kıymet alım satımının askıya alınmasının söz konusu olduğu finans piyasalarında da oldukça tanıdık bir kavram. Buradaki fikir şu: potansiyel olarak yüksek bulaşıcılık ve ölüm oranına sahip yeni bir patojen durumunda, patojenin tanımlandığı bölgeden hareketin derhal askıya alınması.
Bağımsız Küresel Salgın Hazırlık ve Müdahale Paneli’nin yeni raporu bu noktaya değiniyor. Ancak Yaneer Bar-Yam, Joe Norman ve Nassim Taleb bunu, daha en başında Ocak 2020’de söylediler. Patojenin çok endişe verici olmadığı; ancak, devre kesicilerin uygulanmasının, sonradan üzülmekten daha güvenli olduğu ortaya çıktı.
Büyük epidemiyolog Larry Brilliant’tan öğrendiğim mantra “Erken teşhis, erken eylem”dir. Aynı şekilde virüs veya kötü amaçlı yazılım bulaşması durumunda, bilgisayarların internet bağlantısını kesebilmemiz gerekir. Bir siber saldırıda bu çok önemli olabilir.
Son bir örnek: Düğümlerin ve bağlantıların haritalandığı düzgün bir şekilde grafik olarak gösterilmiş sosyal ağlar, hareketliliği sınırlandırmak için, karantinalara kıyasla çok daha fazla hedefli müdahalelere olanak sağlayacaktır. Bunun için Taipei’de bir planları vardı ama bunu kullanmaları gerekmedi.
Gardels: Bu, farklı toplumlarda dayanışmaya ve yönetişime güveni bir şekilde yeniden canlandırarak, toplumsal ve kültürel altyapının yenilenmesinin, fiziksel altyapıya yapılan yatırım kadar ulusal esneklik açısından çok önemli olduğu anlamına mı geliyor? Buradan oraya nasıl gidebiliriz?
“Halk sağlığının zorluklarını siyaset alanından çıkarmak hayati bir hedef olmalı ancak kolay olmayacak çünkü on yıllardır kurumlarımızda genel bir güven erozyonu var.”
Ferguson: Halk sağlığının zorluklarını siyaset alanından çıkarmak hayati bir hedef olmalı ancak bu kolay olmayacak çünkü on yıllardır kurumlarımızda genel bir güven erozyonu var. Ve tabii ki internet, (özellikle şu anda hakim olan ağ bağlantılı platformlar) çok miktarda komplo teorileri, yalan haberler ve aşırı görüşler sunarak işleri daha da kötüleştirdi.
Teknolojinin hükümeti değil vatandaşları güçlendirmesi gerektiğini söyleyen, dijital her şeyden sorumlu Tayvanlı Bakan Audrey Tang’dan çok şey öğrenmemiz gerekiyor. Halk sağlığı yetkililerimizin korkunç derecede kötü mesajlarına yönelik uygun bir soruşturma da yardımcı olacaktır.
Gardels: Çin’in kovid 19’a verdiği yanıtın yanı sıra, son yıllarda hızlı tren kazaları veya depremler, sisteminin hem güçlü hem de zayıf yönlerini gösteriyor. Partinin yanılmazlık mitini korumak için bilgiyi kontrol ederek veya üstünü örterek, anlatıyı şekillendirme ihtiyacı ve bu durumda kovid 19’un küresel bir salgına dönüşmesi, sisteminin zayıflığını ortaya çıkardı. Bulaşmayı etkili bir şekilde ezen (meşruiyetini koruyarak) acımasız bir baskı uygulama yeteneği, Diamond’ın bahsettiği otorite tarafından desteklenen ulusal kimliğin arkasındaki gücü gösterdi. Batı’nın bu örnekten öğrenebileceği bir şey var mı?
Ferguson: Hayır. Mart 2020’nin en büyük hatalarından biri, Çin karantinasını taklit etmemiz gereken bir şey olarak görmekti. Ama yanlış Çin’i kopyalıyorduk: Tayvan Cumhuriyeti yerine Çin Halk Cumhuriyetini.
Korkunç bir örtbas etme girişimi, birçok yönden Sovyetlerin Çernobil’e verdiği tepkiye benziyordu ancak çok daha yüksek insan maliyetiyle. Bana göre Batı, Xi rejimi tarafından ortaya konan propagandaya çok fazla inanarak Çin’i abartıyor. Gerçekte küresel salgın kovid-19’dan önce bile, büyümeyi yavaşlatmaya çalışan Çin sistemine ağır bir darbe oldu.
[1] Doom: The Politics of Catastrophe, Niall Ferguson’un 2021 yılında yayınladığı son kitabı.