NEDEN OKUNMALI? “Hayat, hikayelerden ibarettir. Yaşadığımız kırılım çağının bize dikte ettiğiyse, dijital hikayeler.“ Gazetelerimizi cep telefonumuzdan okuyup, en sevdiğimiz romanı kulaklıklarımızla dinliyoruz. Canımızın çektiği müziğe ulaşmak belki de hiçbir zaman bu kadar basit olmamıştı. Dahası, yazılarımızı veya sesimizi asla tanıyamayacağımız kadar çok insana iletmek, onların hayatlarına dokunmak ve belki de bir şeyleri değiştirmek de başlatmak da bu denli kolay olmamıştı.
Okuma süresi: 4 dakika
Düşünsenize…
Dünyanın sayılı teknoloji başlıklı konferanslarından biri olan IBM Impact’te üçüncü ve son gün. Katılımcılar Las Vegas’ın insanın içini ve dışını bir hayli ısıtan atmosferinde yarı baygın haldeler ve sahneye son gün açılış konuşmacısı olarak Kevin Spacey çıkıyor. Bu ismin büyüklüğü yetiyor ve kalabalık misafirini ayakta alkışlıyor.
Ünlü aktörün ilk cümlesi şu oluyor: “Ben bu teknoloji denen meretten bir halt anlamam!”
Ama kendisine verilen otuz dakikalık sürede öyle şeyler anlatıyor ki akşamdan kalma katılımcılar bile heyecanla bu muhteşem aktörü dinliyor ve alkışlıyor. Dahası vermek istediği mesaj son derece açık ve herkes bu mesajın teknolojiyle olan ilişkisinin bilincinde.
Yıl 2014 ve Kevin Spacey katılımcılara uzun zamandır aklında olan son projesi “House of Cards” üzerinden Netflix’le tanışma hikayesini anlatarak başlıyor. Projesinden son derece emin olan Spacey, pek çok klasik yapım stüdyosunun kapısını aşındırıyor ama aldığı cevap hep aynı oluyor: “Bize bir pilotçekimle gel!”
Pek çoğumuzun pes edeceği noktada Spacey tersini yapıyor ve Netflix’le görüşmeye gidiyor. Kendi ifadesiyle “alışılmış yolların dışına çıkıyor, bir kırılım yaşıyor ve risk almaya karar veriyor.” Kendisi, “Aslında” diye ifade ediyor, “sektörün nereye gideceği çoktan belliydi ama bizler nasıl başlayacağımızı bilemiyorduk.” Netflix kısa bir süre sonra dönüş yapıyor ve verdikleri cevap şu oluyor: “Fikri aldık, izleyicimizle paylaştık ve veri analizlerimiz bize, bu projenin tutacağını söylüyor. Herhangi bir pilotçekime ihtiyaç yok. Gelin, ayrıntıları görüşelim.”
Zamanda kısa bir sıçrama yapıp günümüze gelecek olursak, Netflix’in alışkanlıkları ve ezberleri çoktan bozduğunu söylemek mümkün. Ülkemiz de dahil olmak üzere…
Bugün Türkiye’de televizyon kavramını yeniden sorgulamamıza sebep olan birçok dijital platform mevcut. Her geçen gün bu platformlara yerli ve yabancı yeni isimler katılıyor. Özellikle küresel salgın sebebiyle, sinema salonlarının uzun süre kapalı kalması, sadece izleyicileri değil, bu sektörden ekmek yiyen, başta yapımcılar olmak üzere çoğu insanın dijital mecralara kaymasını hızlandırdı. 2016 yılında Netflix’le, BluTV’yle ve Puhu TV’yle tanışan Türk izleyici, abone sayısında beklenen karşılığı verememişken, yaşadığımız küresel salgın, çoğu şeyde olduğu gibi izleme alışkanlıkları üzerinde de bir kırılım yarattı ve abone sayıları ciddi miktarlara ulaştı.
Netflix gibi hâkim bir markanın yanına önce BluTV ve Puhu TV, sonrasında ise Gain, Amazon Prime, APPLE TV, Turkcell TV+, Mubi, FOXplus ve Exxen gibi isimlerin eklenmesi çeşitliliği artırdı. Son duyumlarsa, HBO gibi devlerin de kapıda olduğu, benzer platformların yakın gelecekte artacağı yönünde.
İlginç bir bilgiyse, 2018 yılında ülkemizde piyasaya hâkim olan Netflix’in (%93), 2020 yılı üçüncü çeyreğinde liderliği BluTV’ye kaptırmış olması (BluTV: %43, Netflix: %24). İster değişen fiyat politikaları ister yayınların kalitesi diyelim, artan seçeneklerin izleyiciyi, seyir zevkine uygun en hesaplı mecraya taşıdığı da bir gerçek.
Dijital fırtınanın beyazcamda etkileri bunlarla da sınırlı değil. Her gün yüzlerce genç ve başarılı yetenek YouTube üzerinden yaptıkları yayınlarla binlerce insana ulaşıyor. Instagram’da güzellik sırlarından kedi bakımına, futboldan kitap eleştirilerine kadar hemen her başlıkta yayın yapan ve kendi izleyici kitlesini yaratan gruplar mevcut. Linkedin Live yayınlarıyla, Bil Gates’ten Simon Sinek’e kadar bilet alıp dinleyemeyeceğiniz nice başarılı vizyonere, mutfak masanızdan ya da bir vapurun Boğaz manzaralı koltuklarından ulaşmak artık mümkün.
Her zaman altını çizerek tekrar etmekten haz aldığım bir sözüm var: “Hayat, hikayelerden ibarettir. Yaşadığımız kırılım çağının bize dikte ettiğiyse, dijital hikayeler.“
Gazetelerimizi cep telefonumuzdan okuyup, en sevdiğimiz romanı kulaklıklarımızla dinliyoruz. Canımızın çektiği müziğe ulaşmak belki de hiçbir zaman bu kadar basit olmamıştı. Dahası, yazılarımızı veya sesimizi asla tanıyamayacağımız kadar çok insana iletmek, onların hayatlarına dokunmak ve belki de bir şeyleri değiştirmek de başlatmak da bu denli kolay olmamıştı.
Her zaman verdiğim örneği bir kez daha yenilemek isterim: Basit bir sosyal medya paylaşımının bir gecede milyonlara ulaşabildiği bir dönemi yaşıyoruz. Bugün durum böyleyken, geçmişte Homeros’un ölümsüz İlyada’sı bir milyon okuyucuya kaç yüzyılda ulaşmış olabilir?
Hikayelerimiz çok fazla değişmese de anlattığımız kanalların hızla değiştiği bir dönem bu. İlaveten, artık hem toplumsal ve hem de kültürel hayatın bir parçası olan yeni kuşaklar da değişen dinleyici veya izleyici kitlesi durumundalar. Yeni kuşakların hayata dair algıları farklı ve yaşadıklarıyla şekillenen ince bir zevkleri var. Klasik hikâye anlatıcılığının, önümüzdeki yıllarda dönüşmesi ve yeniden şekillenmesine olan ihtiyaç, sadece bu iki etkene, yani, anlatım kanalları ve dinleyici profiline bakarak bile kolayca anlaşılabiliyor.
Son bir şey de şu: Ne değişirse değişsin, gerçekten iyi olan hikayelere dair tutkumuz hiçbir vakit değişmeyecek. Çünkü insanlığın gerçekten iyi hikâyelere ve hikâye anlatıcılarına özellikle bugün çok ihtiyacı var.