NEDEN OKUNMALI? “Bugün elimizde olan şey güçlü otoriter devletlerle, vahşi kapitalist dinamiklerin bir karışımı. Ve bu yalnızca Çin’de de değil.” diyen Žižek, batıdaki komünizm korkusuna da değinerek: “Komünizm karşısında bu ani panik tepkisi neden? Salgının, küresel ısınmanın ve diğer sosyal krizlerin, Çin’e tek süper güç olarak kendisinin kaldığını ileri sürme fırsatı sağlayabileceği korkusu mu bu? Hayır, Çin günümüzün Sovyetler Birliği değil, komünizmi önlemenin en iyi yolu Çin’i izlemektir.”diyor. Žižek’in RT’deki yazısını Deniz Vural çevirdi.
Okuma süresi: 5 dakika
Dünyanın her yerindeki kurulu düzenler, korona virüs salgınının köklü sosyal sonuçlarının farkındalar. Liderlerin temelde faşist olarak yorumlanabilecek strateji ve düşünceleri ileri sürdüğünü görmemizin nedeni de bu.
Eylül ayının sonunda İngiliz medyasının yakaladığı bir hikâye, neredeyse kimsenin dikkatini çekmedi. The Guardian’ın bildirdiğine göre, “Hükümet, İngiltere’deki okullara, kapitalizme son verme arzusunu dile getiren kuruluşların kaynaklarını kullanmamaları talimatı verdi. İlişki, cinsellik ve sağlık müfredatını belirlemekle görevli okul yöneticileri ve öğretmenler için perşembe günü yayınlanan Eğitim Daire Başkanlığı kılavuzu, kapitalizm karşıtlığını ‘uç bir politik duruş’ olarak sınıflandırdı ve ifade özgürlüğüne muhalefetle, Yahudi karşıtlığıyla, ve yasadışı faaliyetin desteklenmesiyle bir tuttu.”
Bildiğim kadarıyla, böylesine açık bir talimatın verildiği ilk örnek buydu; en karanlık Soğuk Savaş dönemlerinde bile, böyle bir şey olmamıştı. Kullanılan sözcüklerin de altını çizmek lazım: “Kapitalizmi sonlandırma arzusu.” Bir niyet, bir plan, bir program bile değil ama sadece bir arzu, neredeyse her açıklamaya uygulanabilecek bir terim (“Doğru, söylemedin ama arzu ettiğin şey bu işte…”)
Ve elbette, sanki kapitalizmi sonlandırma arzusu, özünde Yahudi karşıtıymış gibi, artık normal hale gelen “Yahudi karşıtlığı” ilavesi de var. Yazarlar bu yasaklamalarının, özünde Yahudi karşıtı olduğunun farkında mı: Çünkü Yahudilerin özü itibariyle kapitalist olduğu mu ima ediliyor?
Çin günümüzün Sovyetler Birliği değil, komünizmi önlemenin en iyi yolu Çin’i izlemektir.
Komünizm karşısında bu ani panik tepkisi neden? Salgının, küresel ısınmanın ve diğer sosyal krizlerin, Çin’e tek süper güç olarak kendisinin kaldığını ileri sürme fırsatı sağlayabileceği korkusu mu bu? Hayır, Çin günümüzün Sovyetler Birliği değil, komünizmi önlemenin en iyi yolu Çin’i izlemektir. Geçmişte Sovyetler Birliği dış düşmanken, bugün liberal demokrasilere yönelik tehdit dahili olup, toplumlarımızı kuşatan krizlerin patlayıcı karışımından kaynaklanıyor.
Sürmekte olan salgının toplumlarımızı nasıl komünizmle (hatta bazılarına göre komünizmin en kötü kısmıyla) özdeşleştirdiğimiz şeye doğru ittiğinin, uç ama net bir örneğini ele alalım.
Alain Badiou, Logiques des Mondes (Dünyaların Mantıkları) adlı kitabında antik dönem Çinli “hukukçulardan” Jakobenler yoluyla Lenin ve Mao’ya kadar geçerli olan devrimci adalet politikaları düşüncesini ayrıntılı olarak inceledi. Bu kavram dört özden oluşuyor: iradecilik (“nesnel” yasaları ve engelleri göz ardı ederek, insanın “dağları yerinden oynatabileceği” inancı), terör (acımasız bir düşmanı ezip geçme isteği), eşitlikçi adalet (bizi yavaş yavaş ilerlemeye zorladığı iddia edilen “karmaşık koşullara” anlayış göstermeksizin, bunun derhal kabaca dayatılması) ve yine aynı derecede önemli olarak, halka güven.
Devam eden salgın bizden, bu dört özelliğin yeni bir versiyonunu icat etmemizi istemiyor mu?
İradecilik: Muhafazakâr güçlerin iktidarda olduğu ülkelerde bile, devletin doğrudan sanayiye müdahale etmesi, açlığı önlemek ya da sağlık tedbirleri almak için milyarlar dağıtması gibi, “nesnel” piyasa kurallarını açık biçimde ihlal eden kararlar alınıyor.
Terör: Liberaller korkularında haklılar. Devletler yalnızca yeni sosyal denetim ve düzenleme biçimlerini uygulamaya sokmakla kalmıyor, halktan da hastalığını saklayan aile üyeleri ve komşularını, yetkililere bildirmelerini istiyor.
Eşitlikçi adalet: Sonunda bulunacak aşının herkes için ulaşılabilir olması ve dünya nüfusunun hiçbir bölümünün virüse kurban edilmemesi gerektiği (küresel olmayan tedavinin etkisiz olacağı) konularında genel bir uzlaşma söz konusu.
Halka güven: Salgın karşısındaki önlemlerden çoğunun, ancak insanların tavsiyelere uyması halinde faydalı olacağını hepimiz biliyoruz. Bu konuda hiçbir devlet denetimi işe yaramaz.
Ama salgının kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan, ekonomideki kısmi toplumsallaştırma, bütün bunlardan çok daha önemli. Vaka sayısında süren artış nedeniyle bu toplumsallaştırma çok daha fazla aciliyet kazanacaktır. Trump ve diğer popülistlerin “faşist” eğilimleri bu şekilde yorumlanmalı. Uzun zaman önce Walter Benjamin’in dediği gibi: “Her faşizmin ardında, başarısız bir devrim vardır.”
Bu “faşist” eğilimler, kurulu düzenin, salgının köklü toplumsal sonuçlarının farkında olduğunun ve sessizce izlediğinin işaretidir. Kurulu düzen, politik açıdan tam anlamıyla gelişmeden önce bunları ezmeye çalışarak, önleyici davranmaktadır.
Bir faşist olarak Trump’ı göz ardı etmek çok kolay olsa da temsil ettiği tehlike, doğrudan faşizmden de kötüdür. Gençliğimde anlatılan bir Doğu Alman esprisini hatırlıyorum: Richard Nixon, Leonid Brejnev ve Erich Honecker, Tanrı’nın huzuruna çıkarlar ve ülkelerinin geleceğini sorarlar. Tanrı, Nixon’a, “2050 yılında ABD komünist olacak,” der. Nixon döner ve ağlamaya başlar. Brejnev’e, “2050 yılında Sovyetler Birliği bir Çin eyaleti olacak,” der. Brejnev de dönüp ağlamaya başladıktan sonra, Honecker sorar: “Benim sevgili Doğu Almanya’mda ne olacak?” Tanrı döner ve ağlamaya başlar…
Dünyamızda, Trump ve benzerleri ağırlıkta olursa, aynı esprinin yeni versiyonlarını kolaylıkla düşünebiliriz. Putin, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Donald Trump aynı soruyla Tanrı’nın karşısına çıkarlar. Tanrının Putin’e yanıtı: “Rusya, Çin’in denetimine girecek,” ve Putin dönüp ağlamaya başlar. Tanrının Xi’ye yanıtı “Çin topraklarını Tayvan yönetecek.” Xi de aynı tepkiyi verir. Sonunda Trump aynı soruyu sorduğunda, Tanrı döner ve ağlamaya başlar…
Bugün elimizde olan şey güçlü otoriter devletlerle, vahşi kapitalist dinamiklerin bir karışımı.
Bugün elimizde olan şey güçlü otoriter devletlerle, vahşi kapitalist dinamiklerin bir karışımı. Ve bu yalnızca Çin’de de değil. En etkin kapitalizm biçimi, Henry Farrell tarafından “ağ tabanlı otoriterizm” olarak adlandırılandır: Eğer bir devlet insanları yeterince gözetlerse ve makine öğrenimi sistemlerinin, onların davranışını içermesine izin verirse, herkesin ihtiyaçlarını bir demokrasinin yapabileceğinden daha iyi şekilde karşılamak mümkündür. Burada Xi, Putin ve Trump ele ele verir.
Gelinen noktada biri kısa ve diğeri de uzun vadeli olmak üzere iki sonuç kendini dayatır. Kısa vadeli olanı, Alexandria Ocasio-Cortez’in de belirttiği gibi, liberal merkezin bunu yapmak için çok zayıf ve kararsız olduğu günümüzde, “burjuva” demokrasisini korumak görevini (geriye ne kaldıysa) radikal solun üstlenmek zorunda kalmasıdır. “Yazıklar olsun onlara, artık savaşlarını bile bizim yapmamız gerekiyor!”
Trump’ın kışkırtıcı tuhaflıklarından sıkılan liberaller, Michael Sandel’ın sunduğu püf noktasını kaçırıyorlar: Trump bir diktatör değil, sadece televizyonda diktatörü oynuyor ve biz de onun yardımcı oyuncuları rolünü üstlenmemeliyiz. Diktatörce aşırılıklarıyla ve kışkırtmalarıyla gizlediği başarısızlıklarına odaklanmak yerine, onu bir tür faşist olarak eleştirdiğimizde yaptığımız şey, onun yardımcı oyunculuğudur. Trump’ın tipik stratejisi, geniş kesimlerin dikkatini çeken liberal öfkeyi kışkırtmak; ve sonra da genel olarak halkın gözünden uzakta, çalışanların haklarını kısıtlayan, vs. önlemler dayatmaktır.
Ve ikinci sonuç: Ekim 2019’da Şili’de yükselen protestolar sırasında duvarda, “Dünyanın başka bir sonu mümkün” yazan bir graffiti vardı. Kıyamet senaryolarını saplantı haline getiren kurulu düzene yanıtımız bu olmalı. Evet, yaşlı dünyamız yolun sonuna geliyor ama tek seçenek sizin öngördükleriniz değil: Dünyanın başka bir sonu mümkün.

Slavoj Žižek / Filozof, sosyolog, yazar
RT’den çeviren: Deniz Vural
yasonrasi.com’daki diğer Slavoj Žižek yazıları: