Kovid-19 pandemisinin etkileri sanıyorum en çok ekonomik alanda hissedilecek. Bizler gibi, hem gelir eşitsizliğinin hem de yoksulluğun en yüksek seviyelerde seyrettiği ülkelerde, henüz olası ekonomik çöküşle ilgili bir hazırlık yapılamazken, Batı’da ciddi bir biçimde tüm vatandaşlara koşulsuz “temel gelir ödemeleri” yapılması konuşuluyor.
İspanya hükümeti herkese ömür boyu temel gelir planladıklarını açıkladı. Köşe yazılarında bu gelirin anlamlı olup olmadığı ve nasıl finanse edileceği tartışılıyor.
Danimarka’da yayınlanan Politiken gazetesi, “toplumu ayakta tutan insanların düşük maaşlarla çalıştığı gerçeğinden pandemi sonrasında faydalanmalıyız” diyor:
“Yapısal eşitsizlikler bertaraf edilmeli. On yıllarca bunun aksi yapıldı ve büyük halk kesimleri toplumun tepesindekilerin maaşlarının çok daha hızla yükseldiğini çaresizlik içinde seyretmek zorunda kaldılar. (…) Korona bunun değişmesi için bir fırsattır. Gelirin daha insaflı paylaşıldığı toplumsal dayanışma için, olaylara bambaşka bir perspektiften bakabilmek için bir fırsattır. Muhafazakar ekonomistler bile, yurttaş maaşı, servet vergisi, hatta maaş zammı gibi şeyleri dile getirmeye başladı. Bütün bunların nasıl hayata geçirileceğini tartışabiliriz. Ama köklü bir değişimin şart olduğu kesin.”
Ekonomist Jean-Eric Hyafil, Fransız gazetesi Libération için yazdığı yazıda, temel gelir uygulamasının, fazla yük olmadan nasıl yapılacağını tarif ediyor:
“Bu sene temel gelirin finansmanı, genel sosyal katkı payı olan CSG’yi yüzde 20 oranında arttırarak sağlamak mümkün. Bunun bir kısmı üst vergi dilimindeki maaş ve sermayelerin vergi oranlarının artırılarak finanse edilmesi mümkün; böylece, daha etkili bir dağılım etkisi de yaratılmış olur. Elbette varlıklı kesimden daha fazla vergi alınacak ancak bunlar da temel gelirden faydalanacağı için vergi artışına biraz daha yük binecektir. Temel gelirin (aile başına ödenen sosyal yardımdan farklı olarak) bireylere göre düzenlenmesi, bu hamlenin maliyetini mevcut sosyal yardıma göre yükseltecektir ama daha basitleştireceği de aşikâr.”
Almanya’dan ise tam tersi görüşler var. Frankfurter Allgemeine Zeitung, koşulsuz temel gelir fikrinden hiç hoşlanmamış:
“Temel geliri savunanlar, istemeyen hiç kimsenin çalışmaması gerektiğini söylüyor. Bu görüş şunu savunuyor: Yaptığı işin yarattığı ‘faydalı olma baskısından’ kurtulan insan, gerçekten istediği şeyleri yapabilir. Ama bunu savunurken, çalışmanın yarattığı ‘faydalı olma baskısının’ pazar ekonomisinin bir ilkesi olduğunu unutuyorlar. İnsan ancak başkaları için bir şey yaptığı sürece para kazanıyor; üstelik herhangi bir şey değil, başkaları için değer ifade eden bir faaliyet gösterdiği sürece. … Bir sürü moda tasarımcısı ve sanatçı, koşulsuz temel gelirle yaşayarak, çok kârlı olmayan projelere vakit ayırabilmek istiyor. Bu insanların şapkalarını önlerine koyup, şunu sormaları lazım kendilerine: Diğer insanlar onların kendilerini geliştirmelerini finanse etmek zorunda mı?”
Temel gelir konusu Avrupa’da ilk kez tartışılmıyor. Temel gelir ödemesi İngiltere‘de 16. yüzyılda, I. Elizabeth döneminde “yoksulları koruma yasası” adı altında denenmiş; en büyük deneme yine İngiltere’de 1795’te Speenhamland‘da yapılmış ancak sonuçları pek de iyi olmamıştı.
Jeremy Bentham, Alexis de Tocqueville, John Stuart Mill gibi düşünürler deneyimi eleştirmiş, hatta Karl Marx, otuz yıl sonra Das Kapital‘de Speenhamland’deki yönteme çekincelerini koymuş, biçimsel olarak doğru bulmadığını, feodalizm kalıntılarını barındırdığını belirtmişti.
Belki size ilginç gelecektir ancak temel gelir konusu en son ABD’nin muhafazakâr başkanı Richard Nixon döneminde gündeme gelmişti.
Avrupa Birliği genelinde bunlar tartışılırken, aslında tartışılanın, pandemi süreci ve sonrasında kapitalist politikalarda ısrar etmenin yol açabileceği olası isyanları göğüslemek amacıyla bir pozisyon alma girişimi olduğunu söyleyebiliriz.
Tanju Aşanel