NEDEN OKUNMALI? “21. Yüzyılda Kapital” ve “Kapital ve İdeoloji” kitaplarıyla tanınan, gelir eşitsizliği üzerine yazılarını Le Monde’daki köşesinde sürdüren dünyaca ünlü ekonomist Piketty, bu yazısında en son ve en geniş kapsamlı gelir eşitsizliği araştırmasının sonuçlarını yorumluyor.
Okuma süresi: 2 dakika
Tüm kıtalardan 150 araştırmacının ortak çabası sayesinde, Dünya Eşitsizlik Veritabanı (World Inequality Database, WID) dünyanın farklı ülkelerindeki gelir dağılımı üzerine yeni veriler yayınladı. Bu veriler, küresel eşitsizlik konusunda neler anlatıyor?

Asıl yenilik, derlenen verilerin neredeyse tüm ülkeleri kapsıyor olması. Latin Amerika, Afrika ve Asya’da yürütülen araştırmalar sayesinde dünya nüfusunun %97’sini temsil eden 173 ülke artık kapsam dahilinde. Yeni veriler her ülkede, en fakirden en zengine, genel dağılımın ayrıntılı gelişimini analiz etmeyi de mümkün kılıyor.
Somut bir ifadeyle, en zengin %1’in sayısında gayet iyi bilinen artışın yanı sıra, arası iyice açılan eşitsizliklerin son birkaç on yılda zirveye ulaştığını zaten biliyorduk. Buradaki yenilik, dünyanın farklı bölgelerindeki en fakir sınıfların durumunun sistematik bir karşılaştırmasının sunulması. Örneğin, en fakir %50’nin payının, ülkeden ülkeye değiştiği görülebilir: Bu oran, toplam gelirin %5’i ila %25’i arasında değişiyor. Bir başka deyişle, aynı ulusal gelir için, en fakir %50’nin yaşam standardı birle beş arasında farklılık gösteriyor. Bu veri, somut sosyal dağılımlara ve gruplara odaklanabilmek için acilen GSYİH’nin ve makroekonomik büyüklüklerin ötesine geçilmesi gerektiğini vurguluyor.
Eşitsizliklerin tüm ülkelerde yüksek çıktığı da gözden kaçırılmamalı. En zengin %10’un payı toplam gelirin %30 ila %70’ini temsil ediyor. Bu her zaman, en fakir %50’ninkinden önemli ölçüde yüksek. Gelir (yılda ne kazandığımıza) değil de servet dağılımına (sahip olduğumuza) baksaydık, aradaki uçurum daha büyük olurdu. En eşitlikçi ülkelerde bile (örneğin İsveç) en fakir %50 neredeyse hiçbir şeye sahip değil (genellikle toplamın %5’inden az). Ancak servetle ilgili mevcut veri hâlâ yetersiz ve 2021’de güncellenecek.

Gelir dağılımına gelindiğinde, belli bir bölge kapsamında ve aynı gelişim seviyesinde olanlar dahil olmak üzere, ülkeler arasında büyük farklılıklar var. Bu, farklı politikaların bir fark yaratabileceğini gösteriyor. Latin Amerika’da örneğin, Brezilya, Meksika ya da Şili, tarihsel olarak Arjantin, Ekvator ya da Uruguay’dan daha yüksek eşitsizliğe sahip ve bu iki grup ülke arasındaki uçurum son 20 yılda daha da büyüdü. Afrika’da en aşırı eşitsizlikler, Apartheid’tan beri toprak ve servetin gerçek anlamda yeniden dağılımının gerçekleştirilmediği, kıtanın güneyinde görülüyor.
Genelde küresel eşitsizlik haritası, hem uzun süredir devam eden ırkçı ve sömürgeci ayrımcılığın hem de çağdaş hiper-kapitalizm ve daha yakın dönemdeki sosyo-politik süreçlerin etkilerini yansıtıyor. Şili ya da Lübnan gibi dünyanın en eşitsiz ülkelerinin çoğunda son yıllarda görülen sosyal hareketler, köklü dönüşüm umudu içeriyor.
Hem kaynakları petro-monarşi bölgelerinde yoğunlaştıran bir sınırlar sistemi, hem de petrol rantının sonsuz bir finansman rantına dönüşmesine imkân veren uluslararası bankacılık sistemi nedeniyle Orta Doğu, gezegendeki en eşitsiz bölge olarak görünüyor. Yeni, daha dengeli, sosyo-federal ve demokratik bir bölgesel kalkınma modeli olmadığı sürece, şu anda ağırlıkta olan totaliter ve gerici ideolojilerin, yüzyıl önce Avrupa’da olduğu gibi bölgeyi ele geçirmeye devam etmesinden korkmak gerekiyor.
En tepedekilerle nüfusun kalabalık kesimi arasındaki uçurumun, sömürge döneminden beri görülmeyen seviyelere çıktığı Hindistan’da, Hindu milliyetçiler kimlik ve din konularındaki gerilimleri kışkırtarak, sosyo-ekonomik hüsranları yatıştırabileceklerine inanıyorlar. Ama bunun uzun vadeli fakirleşme ve ötekileştirme tehdidi altındaki Müslüman azınlığın karşı karşıya kaldığı ayrımcılığın artmasıyla sonuçlanacağını hesaba katmıyorlar.
1990’lardan beri Doğu Avrupa’da da istikrarlı bir eşitsizlik artışı var. Özel mülkiyetin tamamen yasak olduğu bir ülke olarak yaşadıktan sonra birkaç yıl içinde dünyanın oligarkları, vergi cenneti ve mali bulanıklık başkenti haline gelen Rusya’daki eşitsizlik şoku, komünizmin yıkıldığı dönemde çok daha vahşiydi. Ama öyle görünüyor ki yaklaşık otuz yılın ardından, Doğu Avrupa da yavaş yavaş Rusya’da gördüğümüz eşitsizlik seviyesine yaklaşmakta. Ücretlerin artmaması ve bu ülkelerden dışarıya kâr akışının boyutları, kıtanın batısının anlamakta güçlük çektiği bir hayal kırıklığını körüklüyor.
Küresel açıdan baktığımızda, gelişen ülkelerdeki büyüme sayesinde, dünya nüfusunun en fakir %50’sinin payı 1980’de dünya gelirinin %7’siyken, 2020’de %9’una çıktı. Ancak, dünyanın en zengin %10’unun payı %53 civarında sabit kaldığından ve en zengin %1’in payı yüzde 17’den yüzde 20’ye çıktığından, bu konuyu daha ileri değerlendirmeye tabi tutmayı gerektirir. Kaybedenlerse Kuzey’deki orta ve işçi sınıfları ve bu da küreselleşmeyi reddetme eğilimini besliyor.
Özetlersek gezegenimiz, salgının daha da kötüleştireceği, çok sayıda eşit olmayan parçaların kesiştiği bir yer haline geldi. En fazla sayıda insan tarafından kabul edilebilir çözümleri geliştirmek, ancak şu anda çok yetersiz olan demokratik ve mali şeffaflık çabasını artırmakla mümkün olabilir.
