Bugünden altı ay, bir yıl veya on yıl sonra nerede olacağız?

Bütün geceyi geleceğin, sevdiklerim için neler getireceğini merak ederek uykusuz geçirdim. Pek çok kişiden daha şanslı olmama rağmen, işimin bundan sonra nasıl olacağını merak etmeden duramıyorum.Hasta olduğum zamanlarda iyi bir hastalık ücreti alabiliyorum ve uzaktan çalışabiliyorum. Bu yazıyı İngiltere’de kaleme alıyorum ve kendi işine sahip arkadaşlarımın bazılarının parasız kalarak, tehlikeli bir yöne doğru ilerlediklerini görüyor veya işlerini kaybettiklerine şahit oluyorum. Benim de iş sözleşmem gereği aldığım maaşımın yüzde sekseni Aralık ayında tükenecek. Korona virüs ekonomiyi oldukça kötü bir şekilde vurdu, bundan sonra ihtiyacım olduğunda beni işe alacak kimse olacak mı?
Gelecek günler, devletlerin salgından sonraki toplumun ihtiyaçlarına nasıl karşılık vereceklerine göre şekillenecek. Umarım ki bizler bu krizi daha iyi ve insani şeyleri tekrar üretmek için kullanırız. Ancak daha kötü bir şeylerin içine de çekilebiliriz.
Bence içinde bulunduğumuz durumu ve gelecekte, bizleri nelerin beklediğini, devletlerin daha önceki dönemlerde yaşamış oldukları politik-ekonomik krizlerine bakarak anlayabiliriz. Benim araştırmam, küresel zincir tedarikine, ücretlere ve üretkenliğe, yani, modern ekonomiye odaklanıyor. Ben ekonomi dinamiklerinin iklim değişikliği gibi, çalışan kesimde düşük fiziksel ve zihinsel tutuma sebep olan bir etken olarak görüyorum. Şu andakinden çok daha farklı bir tür ekonomik ve sosyal yapılanmanın gerekliliğine inanıyorum. Kovid-19 ile karşı karşıya kalmamız açıkça bunun bir göstergesi.
Kovid-19 pandemisine verdiğimiz karşılıklar basitçe, diğer sosyal ve ekolojik krizlerin daha da genişlemiş dinamikleridir. Bir değerin diğerlerinin önünde görülüp önceliklendirilmesine sebep olmaktadır. Bu dinamikler Kovid-19 a karşı dünyaca verilen tepkide büyük bir rol oynamaktadır. Virüse karşı verilen bu tepkiler ekonomik geleceğimizi nasıl şekillendirecektir?

Ekonomik perspektiften bakıldığında dört olası gelecek söz konusu; barbarlığa doğru bir ilerleme, güçlü bir kapitalizm, radikal güçlü bir sosyalizm ve karşılıklı yardımlaşmaya dayanan büyük bir topluluğa dönüşmek.Tüm bu varyasyonlar, hepsi aynı oranda kabul görmeyecek olsa bile kesinlikle mümkündür.

Küçük Değişiklikler Kesmez
Korona virüs, tıpkı iklim değişikliği gibi,ekonomik yapımızın kısmi bir sorunudur. Her ne kadar ikisi de “çevresel” veya “doğal” problemlermiş gibi görünseler de aslında sosyal dayatmalarla ortaya çıkmışlardır.
Evet iklim değişikliği birtakım gazların ısıyı tutması nedeniyle olur ancak bu çok basit ve sığ bir açıklamadır. Gerçekte iklim değişikliğinin ne olduğunu anlamak için, bizim Sera Gazı dediğimiz bu gazları, halen hangi sosyal sebeplerle yaymaya devam ettiğimizi anlamaktır. Tıpkı Kovid-19 gibi. Evet, doğrudan sebep virüs fakat burada anlamamız gereken şey, bunun etkilerini kontrol altında tutup onunla baş edebilmemiz için insan davranışlarını ve daha geniş çaplı ekonomik yapıyı anlamak olmalıdır.
Kovid-19 ve aynı zamanda iklim değişiklikleriyle uğraşabilmek, başa çıkabilmek, zorunlu olmayan ekonomik hareketleri azaltmakla çok daha kolay olacaktır.
İklim değişikliği için söyleyecek olursak; örneğin, daha az üretim, daha az güç kullanımı ve sera gazlarının daha az salımı demektir. Kovid-19 salgını hızla gelişmektedir. Ama temel mantık oldukça basittir, insanlar etkileşimde olurlarsa enfeksiyon yayılır. Bu ev ortamımızda, iş ortamımızda ve seyahatlerimizdeki etkileşimlerle olmaktadır. Bu etkileşimi azaltmak, insanların birebir bulaştırıcılıklarını azaltarak daha az vakaya sebep olmalarını sağlayacaktır.
İnsanlar arasındaki bağlantıların en aza indirilmesi aynı zamanda diğer kontrol yöntemlerini de aktifleştirecektir. Enfeksiyon hastalıklarındaki bir kontrol stratejisi de iletişimde enfekte olanların izlenmesi ve izole edilmesidir. Enfekte kişinin bağlantıda olduğu kişilerin tespit edilmesi ve izole edilmeleri olası bir yayılmayı engelleyecektir. Bu, özellikle sayıca çok insanla iletişim içerisinde olan kişilerde çok önemli bir yöntemdir. Ne kadar az insanla temas halinde olunursa, o kadar az kişi tanılaması yapılmak zorunda kalınır ve böylelikle hasta kişi yüzdelerinin daha düşük olması sağlanır.
Wuhan’da da olduğu gibi sosyal mesafe ve karantina etkili yöntemlerdir. Politik ekonomi, Avrupa’nın ve Amerika’nın neden daha önce bununla tanışmadığını anlamamıza yardımcı olur.

Kırılgan Ekonomi
Karantina, küresel ekonomi için büyük bir baskıdır. Büyük bir durgunlukla karşı karşıyayız. Bu baskı, bazı ülke başkanlarının karantina şartlarını hafifletmek zorunda bıraktı. Buna rağmen 19 ülkede karantina uygulaması yapıldı. ABD Başkanı Trump ve Brezilya Başkanı Jair Bolsanaro, şartlarda bazı ertelemeler ve hafifletici önlemlere başvurdular. Trump Amerikan ekonomisinin üç hafta içinde normal seyrine döneceğini açıklamıştı ki daha sonra sosyal mesafenin korunmasının çok daha uzun sürmesi gerektiğini kabul etti. Bolsanaro “Hayatlarımız devam etmeli, işler yürümelidir. Biz, normale dönmek zorundayız,” dedi.
İngiltere’de bu arada üç haftalık karantina ilan etmeden dört gün önce Başbakan Boris Johnson alışılmadık bir şekilde karamsarlıkla İngiltere’nin bu dalgayı on iki hafta içerisinde atlatabileceğini söyledi. Johnson her ne kadar haklı bile olsa, ekonomik olarak yeni bir pandemi işareti karşısında, yıkılma tehlikesi olan bir ekonomiyle yaşamaya devam edileceğini ifade etti. Ekonomik yıkım oldukça basit aslında. İş kar etmek için yapılır. Üretemezsen, satamazsın. Bunun da anlamı kar edemezsen iş imkanı sağlayamaz, istihdam yaratamazsın. Kısa vadelerde, iş çevreleri acil ihtiyaç duymadıkları çalışanlarını tutmazlar; ekonomi normale döndüğünde, ihtiyaçları karşılamak için tekrar işe alırlar. Ancak, her şey çok kötü görünmeye başlarsa o zaman bu değişir. Böylelikle daha pek çok insan işini kaybedecek veya işini kaybetme korkusuyla yaşayacaktır. Daha az alışveriş yapacak ve bu bir kısır döngüye neden olacaktır ki bu da hepimiz için ciddi bir sarmal ekonomik depresyon demektir.
Normal bir kriz ortamında bunu çözmek için basit reçeteler vardır. Devlet harcamalar yapar, ta ki insanlar tekrar çalışmaya başlayıp tekrar tüketici haline gelene kadar. Ekonomist Maynard Keynes bu reçetesiyle ünlüdür.
Ancak, normal müdahaleler burada geçerli değildir, işe yaramaz; çünkü biz burada, ekonominin düzelmesini daha doğrusu derhal düzelmesini istemiyoruz. Buradaki karantinayla ilgili asıl mesele, insanların işe gitmesini durdurmak ve hastalığı yaymalarını engellemek. Yapılan son bir araştırma karantinanın uzatılmasının gerekliliğini göstermiştir. Wuhan’da çalışma alanlarının da dahil olduğu acil bir kapatma kararının, Çin’in ikinci bir zirve (peak) noktasını, 2020’nin sonlarında tekrar yaşayacağını öngörmektedir.
Ekonomist James Meadway’in de yazdığı gibi Kovid-19 ile olan mücadelemiz bir savaş zamanı ekonomisi mücadelesi gibi değil. Bununla birlikte, geniş çaplı büyüyen bir üretim gerektiriyor. Savaş karşıtı bir ekonomiye ve geniş çaplı üretime geri dönmeye ihtiyacımız var. Ve eğer gelecekte karşılaşabileceğimiz bir pandemide daha esnek olabilmek istiyorsak (ve elbette iklim değişikliğinin en kötüsünden kaçınmak istiyorsak) kayıplar vermeyeceğimiz, yaşamsal alanlarımızı kaybetmeyeceğimiz şekilde, üretime dönebileceğimiz bir sistemi kurmalıyız.
İhtiyacımız olan farklı ekonomik bakış açılarıdır. Genel olarak düşüncemiz bir şeyler almak ve satmanın ekonomi olduğu yönündedir. Fakat ekonomi ve ekonominin olması gereken sadece bu değildir. Temelde ekonomi, yaşamak için ihtiyacımız olanı üretmek için kaynakları alıp, onları ihtiyacımız olan maddelere dönüştürmektir. Bu açıdan bakıldığında, acı ve üzüntüleri artırmaksızın, daha az ihtiyacımız olan kadarını üreterek, yeni ve daha farklı fırsatlar olduğunu görebiliriz.
Ben ve diğer bazı ekolojik ekonomistler uzun bir süredir, sosyal olarak nasıl daha az üretebiliriz sorusunu tartışmaktayız; çünkü daha az üretim demek, iklim değişikliğinin de ana sebeplerini ortadan kaldıracak olan bir hamle demektir. Aksi halde, daha çok üretim eşittir daha çok gaz salımı demektir.Peki ama insanlar iş hayatındayken, daha az üretim yapmak üretimi düşürmek nasıl mümkün olacaktır?
Öneriler, haftalık çalışma süresinin azaltılmasını veya benim son işimde olduğu gibi insanlara daha yavaş ve daha az baskı altında çalışma olanağı sunulmasını da kapsamaktadır. Bunların hiçbirisi Kovid 19 çerçevesinde doğrudan olarak uygulanabilir olmasa da amaç etkileşimi en aza indirmektir. Asıl öneri ise aynıdır. İnsanların yaşayabilmeleri için maaşa olan ihtiyaçlarını en aza indirmek.

Ekonomi ne için var?
Kovid 19’a karşı verilen bu mücadeleyi anlamanın yolu “ekonomi ne için var?” sorusunu anlamakla başlıyor. Şu anda küresel ekonomi, temel olarak paranın değiş tokuşunu amaçlıyor ki bu ekonomistler bunu paranın değiş tokuş değeri olarak adlandırıyorlar. Şimdiki sistemde yaşadığımız baskın olan düşünce, paranın gerçek değeriyle, değiş tokuş değerinin aynı olduğudur. Temel olarak insanlar, parayı istediklerini almak veya ihtiyaçlarını karşılamak için harcarlar ki bu harcama bize onların bu kullanıma ne kadarlık bir değer yüklediklerini anlatır. Bu nedenledir ki bir toplumun nasıl devam ettirildiğinin gösteren en iyi örnek piyasalardır. Bunlar, sizin adapte olmanızı ve kullanım değerini üretken kapasiteyle eşleştirecek bir esneklik geliştirmenizi sağlar.
Kovid19’un bizi içine attığı durum, piyasalara olan inancımızın ne kadar boş olduğunun göstergesidir. Tüm dünyada devletler; ürün tedarikleri, sosyal bakım ama özellikle sağlık hizmetleri, kritik sistemlerin kesintiye uğraması veya aşırı yüklenmesinden endişe duymuşlardır. Bunun oluşmasına neden olan pek çok etmen vardır ancak biz bunlardan ikisini ele alacağız.
Öncelikle çok önemli olan, sosyal hizmetlerden para kazanmanın çok güç olması. Bu kısmen, kâr etmenin önemli bir bölümünün üretim büyümesine harcanan emek olmasıdır. Daha az insanla daha çok şey yapabilmek. Özellikle sağlık sektöründeki gibi kişisel etkileşimler gerektiren bir alanda, insanın maliyeti artar. Sonuç olarak sağlık sektöründeki gibi bir üretim artışı, ekonominin diğer kısımlarından daha yavaş olacaktır ve maliyeti diğerlerinden daha çok artacaktır. İkinci olarak, kritik işlerin çoğu, toplumda en yüksek değeri olan şeyler değildir. En iyi para veren işlerin pek çoğu, para kazanmak için borsayı kullanarak var olur. Topluma daha geniş alanlarda hizmet etmek amacı yoktur. Antropolog David Graeber’in de dediği gibi bunlar “palavra” işlerdir. Fakat halen çok para kazanıyor olmaları nedeniyle birçok danışman, büyük bir reklam endüstrisi ve yıkıcı bir finans sektörü bulunuyor. İnsanların topluma faydalı olan sevebilecekleri işleri, iyi para kazanamadıkları için yapmaktan alıkonulmaları sosyal hizmetler ve sağlık sektöründe bir kriz oluşturuyor.

Gereksiz İşler
Pek çok insanın gereksiz işlerde çalışmasının, Kovid-19’a karşı neden bu kadar hazırlıksız yakalandığımızın da kısmi açıklamasıdır. Pandemi bize birçok işin gereksizliğini göstermiştir. Bir şeyler kötüye gitmeye başladığında, bununla mücadele edebilecek konumda çalışan insanların azlığını gözler önüne sermiştir. Bir toplumda insanlar paranın sadece değiş tokuş değerini ekonominin temeli olarak görürlerse, hayatın basit temel ihtiyaçları piyasalar olmaktan öteye geçemez ve herkes gereksiz işler yapmaya mecbur olur. Bunun anlamı, sen satın alacaksın, ihtiyacın olanı satın alabilmek için de işinin sağladığı bütçeye ihtiyacın var. Diğer taraftan Kovid19 sebebiyle alınan sokağa çıkma önlemleri, ara paranın piyasalardaki baskın döviz değerine bir meydan okuma olmuştur. Tüm dünyada devletler, bundan üç ay önce imkansız olduğu düşünülen önlemleri almak zorunda kalmışlardır. İspanya’da özel hastaneler kamulaştırılmıştır. İngiltere’de ulaşımın pek çok tipinin kamulaştırılması olasılığı vardır. Fransa’da büyük işleri kamulaştırmak için hazırlıklara başlanmıştır. Bu parametreler mükemmel olmaktan çok uzaklar. “Her şeye rağmen insanlar gelir elde edebilmek için çalışmak zorundadırlar” fikrinden uzaklaşılmış, “çalışamasalar bile hayatta kalmayı hak ediyorlar” fikrine doğru ilerlenmiştir.
Bu son kırk yılın baskın eğilimlerini tersine çeviren bir olgudur. Bugüne kadar piyasalar ve döviz değerleri, ekonominin yürümesi için en iyi yol olarak görülmüştü. Sonuç olarak, halka açık sistem piyasalaştırmanın artan baskısı altına girmiş, iş hayatının devamlılığı sağlamak için para kazananın o olması gerektiğine inanmıştır. Aynı şekilde işçiler piyasalara her gün biraz daha maruz bırakıldılar. Çalışma süreleri işverene bağlı olan belirsiz sözleşmeler ve istediklerini istedikleri zaman yaptırtabilecekleri bir ekonomik düzen, uzun vadeli istikrarlı istihdamın sunduğu piyasa dalgalanmalarından korunma katmanını kaldırmıştır.
Kovid-19 bu eğilimi tersine çeviriyor, sağlık ve emek hizmetlerini piyasadan alıp, devletin eline bırakıyor gibi görünüyor. Devletler birçok nedenden dolayı üretim yapıyor; bazıları iyi, bazıları kötü. Ancak piyasaların aksine, sadece döviz değeri için üretim yapmak zorunda değiller. Bu değişiklikler bana umut veriyor. Bize birçok canı kurtarma şansı veriyorlar. Hatta bizi daha mutlu eden ve iklim değişikliğiyle mücadelemize yardımcı olan daha uzun vadeli değişim olasılığını ima ediyorlar. Ama buraya gelmek neden bu kadar uzun sürdü? Neden birçok ülke üretimi yavaşlatmaya bu kadar hazırlıksızdı? Cevap yakın zamanda yapılan bir Dünya Sağlık Örgütü raporunda yatıyor: doğru “zihniyet” yoktu.

Ekonomik hayallerimiz
40 yıldır süregelen kapsamlı bir ekonomik mutabakat var. Bu, politikacıların ve danışmanlarının sistemdeki çatlakları görme veya alternatifleri hayal etme yeteneklerini sınırladı. Bu zihniyet, birbiriyle ilintili iki inanışla yönlendirilir:

Pazar iyi bir yaşam kalitesi sunan şeydir, bu yüzden korunmalıdır,

Kısa kriz dönemlerinden sonra piyasa daima normale dönecektir.
Bu görüşler birçok Batılı ülke için ortaktır. Ancak, her ikisi de Kovid-19’a cevap vermek için, gerektiğinde yeterince hazır olmadıkları görülen İngiltere ve ABD’de daha da güçlüdür. Birleşik Krallıkta, özel bir toplantıda Başbakan, Kovid-19’a olan yaklaşımını, “sürü bağışıklığı olmasının ekonomiyi koruyacak olmasının ve emeklilerin bazılarının öleceği anlamına gelmesi kötüdür” olarak özetledi. Hükümet bunu reddetti; ama eğer gerçekse, şaşırtıcı değildi. Salgının erken dönemlerindeki bir etkinlikte hükümette görevli kıdemli bir memur bana şunları söyledi: “Ekonomik bozulmaya değer mi? Bir hayatın değerine bakarsanız, elbette ki hayır.
Bu tür bir görüş, toplumun elit kabul edilen bir bölümünde yaygın olan bir görüştür. ABD’nin ekonomik bunalım içine düştüğünü görmek yerine, İngiltere’deki gibi pek çok yaşlı kişinin ölmesinin ülke ekonomisinin batmasından daha iyi olduğunu savunan bir Teksaslı yetkilinin açıklamaları bu görüşü en iyi ifade eden sözlerdir. Bu görüş birçok savunmasız insanı tehlikeye sokar (ve tüm savunmasız insanlar yaşlı değildir) ve benim de buraya yerleşmeye çalışmamın iyi bir seçim olmadığını gösterir. Kovid-19 krizinin yaptığı şeylerden biri, ekonomik hayal gücünü genişletmek oldu. Hükümetler ve vatandaşlar üç ay önce imkansızmış gibi görünen adımları attıkça, dünyanın nasıl işlediğine dair fikirlerimiz hızla değişti. Bu yeni hayal gücünün bizi nereye götürebileceğine bir göz atalım.

Dört Gelecek
Geleceği ziyaret etmemize yardımcı olmak için, gelecekte neler olabileceğine dair yapılmış olan araştırmalara dair bir teknik kullanacağım. Geleceği yönlendirmede önemli olacağını düşündüğünüz iki etmeni alıyorsunuz ve bu etmenlerin farklı birleşimler altında neler olacağını hayal ediyorsunuz.
Ele almak istediğim etmenler, değer ve merkezileştirmedir. Değer, ekonomimizin yol gösterici ilkesini ifade eder. Kaynaklarımızı, borsayı ve parayı azami seviyeye çıkarmak için mi kullanıyoruz yoksa yaşamı azami seviyeye çıkarmak için mi? Merkezileştirme, pek çok küçük birim ve daha büyük idari bir gücün örgütlenmesini ifade eder. Bu etmenleri, daha sonra içleri senaryolarla doldurulabilecek bir tablo olarak düşünebiliriz. Dolayısıyla, korona virüse vermeye çalıştığımız karşılığı dört birleşim çerçevesinde düşünebiliriz.

  • Devlet kapitalizmi: Merkezi tepki, değişim değerine öncelik verme,
  • Barbarlık: Değişim değerine öncelik veren merkezi olmayan yanıt,
  • Devlet sosyalizmi: Yaşamın korunmasına öncelik veren merkezi tepki,
  • Karşılıklı yardım: Yaşamın korunmasına öncelik veren merkezi olmayan müdahale.

Devlet Kapitalizmi
Devlet kapitalizmi şu anda dünyada gördüğümüz baskın tepkidir. Tipik örnekler İngiltere, İspanya ve Danimarka’dır.
Devlet kapitalist toplumu, ekonominin yol gösterici ışığı olarak değişim değerini empoze eder. Ancak kriz dönemlerinde piyasaların devletten destek alması gerektiğini kabul eder. Birçok işçinin hasta oldukları veya hayatlarından endişe ettikleri için çalışamayacağı göz önüne alındığında, devlet genişletilmiş refahla devreye girer. Aynı zamanda, krediyi genişleterek ve işletmelere doğrudan ödeme yaparak, muazzam bir Keynesyen teşvik yaratır.
Buradaki beklenti, bunun kısa bir süre için olacağı yönündedir. Atılan adımların birincil işlevi, mümkün olduğunca çok sayıda işletmenin ticarete devam etmesine izin vermektir. Örneğin, Birleşik Krallıkta gıdalar (hükümet rekabet yasalarını gevşetmiş olsa da) hâlâ pazarlar tarafından dağıtılmaktadır. İşçilerin doğrudan desteklendiği yerlerde, bu, normal işgücü piyasasının işleyişinin aksamasını en aza indirgemek için yapılır. Örneğin, İngiltere’de olduğu gibi, işçilere yapılan ödemeler işverenler için uygulanmalı ve işverenler tarafından dağıtılmalıdır. Ve ödemelerin büyüklüğü, bir işçinin işinin yararlılığından ziyade, genellikle piyasada yarattığı değişim değeri temelinde yapılır.
Bu başarılı bir senaryo olabilir mi? Muhtemelen; ancak, Kovid-19’un kısa bir süre içinde kontrol edilebilir olduğu kanıtlanırsa. Pazarın işleyişini sürdürmek için tam kilitlenmeden kaçınıldığından, enfeksiyonun bulaşmaya devam etmesi muhtemeldir. Örneğin İngiltere’de, zorunlu olmayan inşaat çalışmaları hâlâ devam ediyor ve işçileri şantiyelerde karışık bir biçimde birlikte çalıştırıyorlar. Ancak, ölümlü vakaların artması durumunda sınırlı devlet müdahalesinin sürdürülmesi giderek zorlaşacaktır. Artan hastalık ve ölüm, huzursuzluğa neden olacak, ekonomik etkileri derinleştirecek ve devleti piyasa işleyişini sürdürmeye çalışmak için, daha radikal önlemler almaya zorlayacaktır.

Barbarlık
Bu en karanlık senaryodur. Barbarlık, yol gösterici ilkemiz olarak değişimin değerine güvenmeye devam etmektir ve hastalık veya işsizlik nedeniyle kilitlenen piyasaya destek vermeyi reddeden bir gelecektir. Henüz karşılaşmadığımız bir durumu tanımlar. İş piyasaları başarısız olur ve işçiler aç kalır çünkü onları piyasanın sert gerçeklerinden koruyacak mekanizmalar yoktur. Hastaneler olağanüstü önlemlerle desteklenmezler ve çıkmaza girerler. İnsanlar ölür. Barbarlık nihayetinde, politik ve sosyal bir yıkım döneminden sonra, yıkım veya diğer bir çıkmaza geçişle sonuçlanan kararsız bir durumdur. Bu olabilir mi? Endişe veren şey, pandemi sırasında ya da pandemi zirvelerinden sonra yanlışlıkla verilebilecek kararlardır Hata, bir hükumetin salgının en kötüsü olduğu sırada yeterince büyük bir adım atmaması olacaktır. İşletmelere ve hane halkına destek sunulabilir; ancak eğer, bu yaygın hastalık karşısında pazarın çökmesini önlemek için yeterli olmazsa, kaos ortaya çıkacaktır. Hastanelere fazladan fonlar ve çalışan yönlendirilebilir; ancak yeterli değilse, çok sayıda hasta insan geri çevrilecektir.
Muhtemel sonuç olarak, pandemi zirveye çıktıktan ve hükümetler “normale” dönmeye çalıştıktan sonra, büyük bir kemer sıkma olasılığının varlığıdır. Bu, Almanya’yı şu anda tehdit eden durumdur. Bu bir felaket olacaktır. Kemer sıkma sırasında kritik hizmetlerin geri ödenmesi, ülkelerin bu salgına tepki verme yeteneğini kısıtlayacağından dolayı çok önemlidir.
Ekonominin ve toplumun daha sonraki başarısızlığı siyasi ve sosyal huzursuzluğu tetikleyerek, başarısız bir devlete ortaya çıkmasına, sonrasındaysa hem devlet hem de toplum refah sistemlerinin çökmesine yol açacaktır.

Devlet Sosyalizmi
Devlet sosyalizmi, görebildiğimiz ilk geleceği, ekonominin kalbine farklı türde bir değer yerleştiren kültürel bir değişimle tanımlar: İngiltere, İspanya ve Danimarka’da şu anda gördüğümüz önlemlerin bir uzantısıyla şekillenen bir gelecek.
Buradaki kilit unsur, hastanelerin kamulaştırılması ve işçilere yapılan ödemeler gibi önlemlerin piyasaları korumak için bir araç olarak değil, yaşamın kendisini korumanın bir yolu olarak görülmesidir. Böyle bir senaryoda, devlet ekonominin yaşam için gerekli olan kısımlarını korumaya başlar: örneğin gıda, enerji ve barınak; böylece, yaşamın temel hükümleri artık piyasanın tekelinde değildir. Devlet, hastaneleri millileştirir ve konutları serbestçe kullanılabilir kılar. Son olarak, tüm vatandaşlara, hem temel hem de daha az işgücüyle üretebileceğimiz tüketim malları gibi çeşitli mallara erişme imkanı sağlar.
Vatandaşlar artık işverenlerle yaşamın temel maddelerine arasında aracılık etmezler. Ödemeler doğrudan herkese yapılır ve oluşturdukları değişim değeriyle ilgili değildir. Bunun yerine, ödemeler herkes için aynıdır (sadece hayatta olduğumuz için yaşamayı hak ettiğimiz temeline dayanır) veya işin yararlılığına dayanır. Süpermarket çalışanları, teslimat sürücüleri, depo istifleyicileri, hemşireler, öğretmenler ve doktorlar, yeni yönetim kurulu başkanları haline gelir. Devlet sosyalizminin, devlet kapitalizmine yönelik çabaların ve uzun süreli bir salgının etkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıkması mümkündür. Derin durgunluklar meydana gelirse ve arz zincirlerinde, şu anda gördüğümüz standart Keynesyen politikalarla (para basmak, kredileri daha kolay hale getirmek, vb.) kurtarılamayacak şekilde bir aksama olursa, devlet üretimi devralabilir. Bu yaklaşımın riskleri vardır, otoriterlikten kaçınmaya dikkat edilmelidir. Ama iyi yapılırsa, bu Kovid-19 salgınına karşı en iyi umudumuz olabilir. Ekonominin ve toplumun temel işlevlerini korumak için, kaynakları sıkıştırılabilen güçlü bir devlet oluşacaktır.

Karşılıklı Yardım
Karşılıklı yardım, korumayı benimsediğimiz ikinci gelecektir. Karşılıklı yardım, hayatımızı korumayı ekonomimizin yol gösterici ilkesi olarak benimsediğimiz ikinci gelecektir. Ancak, bu senaryoda, devlet tanımlayıcı bir rol üstlenmez. Aksine, bireyler ve küçük gruplar, kendi toplulukları içinde destek ve bakım konularında örgütlenmeye başlarlar.
Bu gelecekle ilgili riskler, küçük grupların, örneğin, sağlık bakım kapasitesini etkili bir şekilde kullanmak için gerekli olan kaynakları hızla harekete geçirememesidir. Ancak karşılıklı yardım, korunmasız kişileri ve polisiye izolasyon kurallarını koruyan, topluluk destek ağları oluşturarak iletimin daha etkili bir şekilde önlenmesini sağlayabilir. Bu geleceğin en iddialı şekli, yeni demokratik yapıların ortaya çıktığını görmektir: önemli kaynakları göreceli hızda seferber edebilen topluluk grupları. İnsanlar bir araya gelerek hastalığın yayılmasını durdurmak ve (eğer becerileri varsa) hastaları tedavi etmek için, bölgesel etkinlikler planlar.
Bu tür bir senaryo, diğerlerinin herhangi birinden sonra ortaya çıkabilir; barbarlıktan veya devlet kapitalizminden çıkmanın olası bir yoludur ve devlet sosyalizmini destekleyebilir. Toplum tepkilerinin, Batı Afrika Ebola salgınıyla başa çıkmanın merkezi olduğunu biliyoruz. Ve bugün bakım paketlerini ve topluluk desteğini örgütleyen gruplarda, bu geleceğin köklerini görüyoruz. Bunu devlet tepkilerinin başarısızlığı olarak görebiliriz. Ya da bunu, ortaya çıkan bir krize karşı faydacı, merhametli bir toplumsal tepki olarak görebiliriz.

Umut ve Korku
Bu öngörülerin, aşırı senaryolarla, karikatürlerle birbirine karışması muhtemeldir. Benim korkum, devlet kapitalizminden barbarlığa dönüşülmesidir. Benim umudum devlet sosyalizmi ve karşılıklı yardımın bir karışımıdır: Daha güçlü bir sağlık sistemi kurmak için kaynakları harekete geçiren, savunmasız olanları piyasanın kaprislerinden korumaya öncelik veren ve vatandaşların karşılıklı yardım grupları oluşturmak yerine, karşılıklı yardım grupları oluşturmalarına olanak sağlayan güçlü, demokratik bir devlet olmaktır. Her ne kadar bu senaryolar, bir miktar korku veriyor olsalar da umut da vaat ediyorlar. Tüm bu Kovid-19 pandemisi, mevcut sistemimizdeki ciddi eksiklikleri vurguluyor. Buna etkili bir yanıtın, radikal sosyal değişimi gerektirmesi muhtemeldir. Bunun, ekonomilerden uzaklaşmanın ve kârlı bir ekonomiyi örgütlemenin ana yolu olarak kullanılmasını gerektirdiğini iddia ettim. Bunun tersi, gelecekteki salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi yaklaşan krizler karşısında bizi daha dayanıklı yapan, daha insancıl bir sistem inşa etme ihtimalimizdir.
Sosyal değişim, birçok yerden ve birçok etkiye sahip olabilir. Hepimiz için kilit görev, ortaya çıkan sosyal formların, bakım, yaşam ve demokrasiye değer veren bir etikten gelmesini talep etmektir. Bu kriz zamanında merkezi politik görev yaşamak ve (neredeyse) bu değerler etrafında örgütlenmektir.

Dr. Simon MAIR – University of SURREY
The Conversation’dan ya sonrası? için Perin Gündoğdu Palamut ve İlker Palamut Türkçe’ye çevirdi, Deniz Vural düzenledi

 

Bir Yorum Yazın