NEDEN OKUNMALI? Avrupa Parlamentosu seçimleri  6 Haziran 2024, Perşembe günü Hollanda’daki oy verme merkezlerinin açılmasıyla başladı. Çekler ve İrlandalılarsa  Cuma günü sandığa gidecek. Onları Cumartesi günü İtalya, Letonya, Slovakya ve Malta, büyük seçim günü olan Pazar günüyse geri kalan ülkeler izleyecek. Avrupa Parlamentosu milletvekillerinden ne denli farklı beklentiler olduğunu görmek için Avrupa basınındaki köşe yazılarına göz atmak yetiyor.

Okuma süresi: 7 dakika

Letonya’da konu belli

Neatkarīgā ülkedeki atmosferi yorumluyor:

“Letonya’da bizim için en önemli konunun ne olduğuna dair bir tartışma yok. Herkes biliyor ki güvenlik meselesi ve Rusya-Ukrayna savaşına yönelik tutum. Kimi aktivistler, adaylarımızın iklim sorunlarına pek az değinmelerine ya da ‘yeşil rota,’ ‘trans hakları’ ve diğer ‘moda’ konulara şüpheyle yaklaşmalarına öfke duyuyor olabilirler. (…) Putin rejiminin varoluşsal tehdit teşkil eden gölgesi Avrupa’nın üzerinde dolaşıp dururken, daha ciddi meseleler söz konusu. Özetle bu seçim, ülkemiz için tek başlıklı bir seçim haline geldi.”

Bir İspanyol olarak Avrupa’ya neden inanıyorum?

Eldiario.es Genel Yayın Yönetmeni Ignacio Escolar, Avrupa’nın gücünden emin:

“İspanya bugün tüm sorunlarına rağmen dünyanın en müreffeh ülkelerinden ve bunu da büyük ölçüde AB’ye borçlu. Kusurları olsa da ve hâlâ hayal kırıklığı yaratabilse de hatalarından ders çıkarıyor Avrupa. (…) Bunu anlamak için avro krizi ve mali sistemin çöküşüne yönelik savsak ve zarar verici tepkileri, küresel salgınla nasıl başa çıkıldığıyla karşılaştırmak yeter. Günümüz Avrupa’sını tehdit eden aşırı sağdaki yükseliş, AB’deki temel hakları sorguluyor: haysiyet, özgürlük, eşitlik, dayanışma ve adalet. (…) Bir İspanyol olarak benim inandığım Avrupa tam da bu.”

Ülkenizle bağınızı koparmayın

Times of Malta köşe yazarı Norman Aquilina, yeni seçilecek Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin ulusal ve yerel çıkarları gözetmeleri gerektiği uyarısında bulunuyor:

“Milletvekilleri, kendi siyasi gruplarıyla uyumlu bir şekilde AB yurttaşlarının çıkarlarını temsil etmeleri için seçilirler. Fakat bu, ulusal aidiyetlerin Avrupa Parlamentosu’nda bir önem taşımadığı anlamına gelmez. Seçmenler, oy verirken genelde yereldeki siyasi meselelere odaklanırlar. (…) Dolayısıyla, Avrupa düzeyinde Malta’nın çıkarlarını aktif olarak temsil ederken kendi ülkeleriyle de bağlarını koparmayacak milletvekillerine ihtiyacımız var. Bu da yerel kuruluşlarla ve halkla daha fazla ve sürekli yakın olmayı şart koşuyor.”

Uzun mücadelelerle kazanılan seçme hakkını lütfen kullanın!

Novinky.cz, “Çekya’da insanlar sürekli Brüksel’den şikâyet etse de Avrupa Parlamentosu seçimleri için sandığa gitmek isteyen pek yok,” diyor:

“Yeşil anlaşma”dan ve göç anlaşmasının kabul edilme biçiminden ya da AB’nin tarım politikasından ve sübvansiyonların üye ülkelere dağıtılma şeklinden rahatsız olan varsa, oy vermeli. (…) Avrupa Parlamentosu doğrudan seçilen tek AB organı olduğu için de sandığa gidilmeli. Yüzyıllar boyunca insanların seçme şansı yoktu. Bunun için uzun bir mücadele verdik. Şimdi de seçme hakkını kullanmalıyız. Bu sayede kimse seçimlerin gereksiz, pahalı bir lüksten ibaret olduğunu ve otokrasinin eninde sonunda demokrasinin yerini alabileceğini düşünemez.”

Artık tek sözü büyükler söylemiyor

Romanya’dan Observator Cultural, AB’deki en büyük ülkelerin etkisini mercek altına alıyor:

“Almanya’yla Fransa’nın 1958’den beri yaptıkları siyasi bale, Büyük Britanya’nın birliğe katılmasıyla önce bulanıklaşmış, ardından Brexit’le birlikte tango görüntüsü almıştı. Ama Fransa ve Almanya’daki siyasi elitler artık Avrupa’daki oyunun kontrolünü yitirdi. Alman sosyal demokratları gibi Macron’un partisinin Renew Europe grubunun da çöküşü yakın. (…) Bu sayede küçük güçler (eldeki vakada İtalya) Avrupa’nın genel mimarisi bakımından yeni oyun kurucular haline geliyor. Avrupa’nın yeni lideri şüphesiz, önümüzdeki beş yıl boyunca bütün Avrupa’ya damgasını vuracak ve değişim getirecek olan Giorgia Meloni’dir.”

İklim korumayı yeniden tartışmaya açmalı

L’Humanité Genel Yayın Yönetmeni Stéphane Sahuc, iklim ve çevre koruma meselelerine Avrupa Parlamentosu seçim kampanyasında daha fazla vurgu yapılması gerektiğini yazıyor:

“Endüstri, tarım, ticaret, enerji ve toplum alanlarındaki uygulamaların ne boyutta değiştirileceği sorusuna yanıt aranmadan, iklim değişikliğiyle mücadele edilemez. Siyaset dünyası, bu değişimlerin sonuçlarını tartışmalı. Öte yandan, ulusal düzeyde ya da Avrupa düzeyinde bu sorunlarla nasıl birlikte başa çıkılacağına dair bir tartışma da yürütülmeli. (…) Patronların çıkarları uğruna ya da endüstri lobilerinin lehine bilimsel argümanları görmezden gelmek ya da önemsiz göstermek suçtur ve bütün çözümlerin önünde engel teşkil eder.”

Sosyal politika araçlarını kullanın

Ekonomist ve AB İstihdam Komitesi’nin eski başkanı Bruno Coquet, Le Monde’da sosyal meselelere seçim kampanyasında pek değinilmese de AB’nin rahatlıkla daha sosyal bir topluluk haline getirilebileceğini öne sürüyor:

“Yapılması gereken, birliğin kuruluşundaki sosyal Avrupa arzusuna somutluk kazandırmak ve ‘sosyal hakların beşiği Avrupa’ fikrine indirgenmemiş gerçek bir istihdam stratejisi tanımlamak. Keşfedilecek, müzakere edilecek bir şey yok. Antlaşmaların öngördüğü yol, yöntem, enstrüman ve kurumları gerçek anlamda kullanmak yeterli.”

Sağa karşı laf değil politika gerek

Avusturya’dan Kurier, ılımlı partileri artık aşırı sağcıların dillendirdiği konuları ele almaya davet ediyor:

“Avrupa Parlamentosu seçimleri yaklaştıkça, herkesin çağırıp durduğu Avrupa’nın ‘sağa kayacağı’ belası giderek büyüyor. (…) Sağ (ve sol) popülist siyasetçilerin ‘populus’un, yani halkın kimi makul tutum ve görüşlerini dikkate almaları, bu tutum ve görüşlerin yanlış olduğu anlamına gelmez. Popüler olan otomatikman popülist değildir. Hem siyasetçiler hem de medya, sorunlarla yüzleşmek ve başa çıkmak yerine alt edilmesi görünüşte imkânsız bir belayı çağırıp durdukları sürece, onu yenemeyiz.”

Derleme: Tanju Aşanel Düzeltme: Deniz Vural

Bir Yorum Yazın