NEDEN OKUNMALI? Virüsün kendisinden daha çok yaşamımızı tehdit eden sürekli bir korku var. Hem ruhumuzu hem bedenimizi etkileyen bu sosyal mesafeden kurtulmak ne kadar sürecek? Kendimiz de dahil olmak üzere, herhangi birimizin bir tehdit olabileceği gerçeğinin üstesinden nasıl geleceğiz? Stirling Üniversitesi öğretim üyesi Victoria Rodner bu sorulara yanıt arıyor.
Okuma süresi: 5 dakika
Son birkaç aydır kovid-19 bütün dünyayı tehdit ettiği ve tehdit etmeye de devam ettiği için, yeni ve akut bir korku durumunda yaşıyoruz. Ancak, virüsle yaşamak, bize yeni numaralar öğretti. Bizi alışveriş yapma, çalışma, öğrenme, sosyalleşme, sıraya girme, dua etme, oyun oynama ve hatta birbirimizle nasıl hareket edeceğimiz ve etkileşime gireceğimize dair yeni yollar bulmaya itti.
Yine de virüsün kendisinden daha çok yaşamımızı tehdit eden sürekli bir korku var. Hem ruhumuzu hem bedenimizi etkileyen bu sosyal mesafeden kurtulmak ne kadar sürecek?
Zihni beden üzerinde önceliklendirme geleneğimize rağmen, bedenle ilgili imtihanımız halen sürüyor. Örneğin, ırkları temel alan ayrımcılığın kalıcı sosyal ve psikolojik etkisini düşünün; hatta kamusal kurumların siyasi bir savaş alanı yaratmak için, bedenleri “onlar” ve “biz” olarak nasıl kutuplaştırabileceğini düşünün.
Vücudumuzun alan işgal etme şekli, nasıl davrandığımızı ve nasıl düşündüğümüzü de doğrudan etkiler. Peki (sınırlı) alanlarımızı ve mesafemizi korumaya teşvik edildikten sonra, toplu taşıma, ofisler, fabrikalar, şantiyeler, havaalanları, sınıflar, konser salonları ve alışveriş merkezlerinde bununla nasıl başa çıkacağız? İki metrelik güvenlik açıklığımız yavaşça buharlaştıkça, (kendimiz de dahil olmak üzere) herhangi birimizin bir tehdit olabileceği gerçeğinin üstesinden nasıl geleceğiz?
Kovid-19’la baş etme
Küresel bir virüsten etkilenen bir dünyayı (fiziksel ve duygusal olarak) nasıl anlamlandırdığımızı gözden kaçırmamalıyız. Yaptığım araştırmada, şekillendirilen mekan kullanımımızın, yakınlığımızın, mesafemizin ve bir diğeriyle aramızda yarattığımız sınırların, bizi sosyal, kültürel, ekonomik ve hatta siyasi olarak nasıl etkilediğini inceledim. Şimdi, vücutlarımızın bir pandemiyle şekillenen yeni bir dünyada nasıl başa çıkmayı öğrendiğine tanık oluyoruz.
Potansiyel olarak bulaşıcı yeni benliklerimizi güvenli bir şekilde karşılamak için, alışveriş alanlarının nasıl dönüştürüldüğünü düşünün. Perakendeciler nasıl alışveriş yaptığımızı hızlı bir şekilde yeniden keşfetti: ne kadar, ne sıklıkta ve kiminle. Görünür ipuçları ve biraz da sofistike dedektiflik yaparak, bizi bedenlerimizden, diğer bedenlerden, daha önce nasıl yaptığımızla kıyaslandığında nasıl konumlandığımızdan (nasıl düşündüğümüzden) haberdar oldular.
Yeni salgın işaret ve mesajlarının ardından, alışveriş alanlarımızın, parklarımızın ve az kişinin yer aldığı sınıflarımızın, nasıl sosyal etkileşimimizi engelleyen ve bizi birbirimizden uzaklaştıran, özenle düzenlenmiş alanlar haline getirildiğine tanık oluyoruz.
Fakat bu koruyucu engeller yıkıldığında bedenlerimiz ortak alanlarda nasıl dolaşacaklar? Yanımızda bulaşıcı biri olma ihtimaline rağmen, hastalık yayılma korkusu olmadan otobüslerde, trenlerde ve uçaklarda kolayca yan yana oturacak mıyız?
Yeni normalimiz yüzlerin görünmez olduğu, plastik eldivenlerle donmuş duyuların ve koruyucu camla korunan insan teması olasılığının olduğu bir dünya mı? Vücudumuz bununla nasıl başa çıkacak ? Ve yeni kırılgan (ve daha sterilize edilmiş) dünyamız tüm bu bedenlerle nasıl başa çıkacak?
Her ne kadar, pandeminin bazı insanları diğerlerinden daha fazla etkilediğine dair kanıtlar olsa da kovid-19 hakkında çok korkutucu bir belirsizlik var. Taşıyıcılar, görünüşte ve davranışta (endişe verici bir şekilde) normal olabilir. Yeni kanıtlar birçok kişinin semptom göstermeyebileceğini düşündürüyor.
Acılara sebep olan bu endişe kaynağımızın, cinsiyeti, etnisitesi, siyasi gündemi, bir amacı yok. Bir hikâyeden, bir yüzden yoksun. O yüzden pandemi, içimize sindiremediğimiz evrensel bir sorun.
Ötekileştirdiğimiz bedenlerden korkumuz yeni bir şey değil.
İnsanlığın, bazı figürleri diğerlerinden daha korkutucu görme konusunda uzun ve hazin bir geçmişi var. Müslümanların 11 Eylül sonrası, sığınmacıların Brexit referandumu sırasında ya da siyahların sürekli, sistematik biçimde şeytanlaştırılması gibi.
Ancak kovid-19’un evrensel doğası, bedenleri birbirinden neredeyse ayırt edilemez ve aynı zamanda hepimizi savunmasız ve tehlikeli hale getirdi. Kovid-19 korkumuz eklemli olmak yerine, doğal olarak iç organlarımıza yapışmış, kas belleğimize sıkıca yerleşmiş durumda; ve bu, yeni edinilen korkumuzu yenmemizi zorlaştırıyor.
Yeni normalle müzakere
Ama bir umut ışığı var. Kovid-19, bizi kendi kırılganlığımızı kabul etmeye zorlarken, başkalarının da bizimle aynı savunmasızlık durumunda olmasını kabul etmemizi gerektiriyor. Dolayısıyla bu, virüsü ortak (ve eşit) olarak ele almamızı teşvik eden büyük bir fırsat olarak görülebilir. Kovid-19 sonrası bu yeni yaşam biçimimiz, bizi daha sorumlu hale getirebilir ve bedenlerimizin çevre, ekonomik ve sosyal, fiziksel ve duygusal olarak birbirleri üzerindeki etkilerinden daha fazla haberdar olmamızı sağlayabilir. Bu yeni Rönesans’ta, bedenlerimiz yoluyla ve bedenilerimizle öğrenmek bizi, dünyayı farklı bir şekilde görmek üzere teşvik ediyor. Örneğin, “serbest” plastik poşetlerden mahrum kalmanın fiziksel rahatsızlığının, bize nasıl daha vicdanlı alışveriş yapmayı öğrettiğini ve (en azından bazı) tek kullanımlık plastik tüketimimizi uzun vadede nasıl değiştirdiğini ele alalım.
Kozalarımızdan kurtulmaya başladığımızda, “normal” e dönüş kavramı hem imkansızlık hem de kaçırılmış bir fırsattır. Böyle bir şey yapmak yanlış bir iyimserlik duygusu verirken, işleri daha iyi yapma şansımızı engeller.
Küresel bir salgından sağ çıkmak, bizi hem iyileştiren hem de şekillendiren yaraları ortaya koyan, gururla taşımamız gereken hem fiziksel hem de duygusal bir yara olacak. O zamana dek bedenlerimiz, bu yeni garip dansımıza devam etmek zorunda.