NEDEN OKUNMALI? Harvard Üniversitesi’nden iki genç bilim insanı kovid-19 ve çevre sorunları arasındaki sıkı ilişki üzerine yoğunlaştı. “Şu anda ele alınması gereken daha acil sorunlar olsa da SARS-CoV-2’nin nereden geldiğinin kapsamlı bir biçimde anlaşılması gerekiyor. Bunu anlamak için, çevre krizini bir bütün olarak ele almalıyız. Çünkü tükenişten iklim değişikliğine kadar, her yönüyle daha fazla hastalık üretme potansiyeline sahip.”

Okuma süresi: 3 dakika

Yorumcular pandeminin kaynağı olarak Wuhan’daki “hayvan pazarı”ndan bahsetmekten hoşlanıyor ama kovid-19 çevresel bozulmanın çok daha geniş, küresel bir olgusunun sonucu. Her ikisiyle de mücadele etmek, gıda üretimi ve toprak kullanımı siyasetini sosyalist projemizin kalbine yerleştirmek anlamına geliyor.

18. yüzyılda ilk aşının mucidi Edward Jenner, bugün karşılaştığımıza benzer bir krizle yüz yüze geldi: hastalık tarafından yok edilen bir dünya. İncelediği şey korona virüs değil, Eski Dünya’da %20 ila %60 arasında değişen (Yeni Dünya’daysa daha yüksek) ölüm oranına sahip bir hastalık olan çiçek hastalığıydı.

Zeki bir gözlemci ve başarılı bir kuşbilimci olan Jenner, salgınların zamansız, kaçınılmaz krizler olmadığını, daha ziyade uygarlığın doğayla gitgide daha fazla iç içe geçmesinden kaynaklandığını anladı. SARS-CoV-2 gibi patojenlere “zoonozlar” denmesinin nedeni, hayvan hastalıkları olmalarından kaynaklanıyor. Jenner, aşılama deneyleri üzerine yaptığı 1798 tarihli incelemesine, “İnsanın başlangıçta Doğa tarafından yerleştirildiği konumdan sapması, üretken bir hastalık kaynağı olduğunu kanıtlamış gibi görünüyor,” diyerek başlamıştı. “İnsan çok sayıda hayvanla yakınlaştı ama bu hayvanlar aslında arkadaşlık etmesi için tasarlanmış olmayabilir.”

Jenner’ın, halk sağlığıyla, büyük çevre krizi arasındaki yakın bağlantıları tanımlaması, günümüzde pek çok yorumcu tarafından paylaşılmıyor. Sağ cenah, Çin’in canlı hayvan pazarlarını günah keçisi ilan ederek, yabancı düşmanlığı taktiklerine başvururken, sol cenahsa, devlet müdahalelerindeki beceriksizliğe, herkes için Medicare[1] gereksinimine ya da fabrika çiftçiliğinin nadir görülen eleştirisine vurgu yapma eğiliminde. Ancak çoğu kez bu tartışmalar, zoonozların kaçınılmaz olaylar olduğunu, nedenlerinin bizi endişelendirmemesi gerektiğini varsayıyor.

Şu anda ele alınması gereken daha acil sorunlar olsa da SARS-CoV-2’nin nereden geldiğinin kapsamlı bir biçimde anlaşılması gerekiyor. Bunu anlamak için, çevre krizini bir bütün olarak ele almalıyız. Çünkü tükenişten iklim değişikliğine kadar, her yönüyle daha fazla hastalık üretme potansiyeline sahip. “Antroposen” gibi kavramların modaya uygun kullanımına rağmen, solun doğa bilimlerine olan bağlılığı sınırlı. Bu kopukluk, 19. ve 20. yüzyılın başlarında bilim insanları ve sosyalistler arasındaki yakın bağları göz önünde bulundurduğumuzda, daha sarsıcı görünüyor. Yeni bilimsel gelişmeleri takip edecek olursak, biyosferin kötüleşen durumunun, gıda ve enerji politikalarının marjinal olmadığı, daha çok kalbinde yattığı, tamamen yeni bir sosyalizm biçimini gerektirdiği çok geçmeden anlaşılacaktır.

Yeni Taş Devri

Epidemiyologlar bulaşıcı hastalık öyküsünü üç büyük döneme ayırır. İlki on bin yıl önce neolitik tarıma geçişle başlar. İnsanlarla yakın temasta tutulan evcilleştirilmiş sürüler, avcı-toplayıcı topluluklarda, normalde olanaksız olan bir sıklıkla türler arasında sıçrayan yeni hastalıklar için uygun koşullar yarattı. İkincisi, 1850’lerden 1970’lere kadar uzanan hızlı bilimsel ilerlemenin kısa modern dönemi. Jenner tarafından başlatılan bilimsel gelenekte çalışan epidemiyolog Rudolf Virchow, “zoonoz” terimini icat etti ve insan ve hayvan sağlığının tek bir tıp ya da günümüzde “gezegen tıbbı” ve “tek sağlık” olarak adlandırıldığı şekliyle birlikte çalışılması gerektiğini savundu. Yirminci yüzyıldaki tıbbi gelişmeler, milyonlarca hayat kurtaran yeni aşıları ve mucizevi antibiyotikleri sundu. Ama modernlik uzun sürmedi. 1980’lerde başlayan üçüncü zoonotik dönem, yani şu anda içinde çürüdüğümüz bu karanlık çağ, yeni hastalıkların benzeri görülmemiş bir şekilde ortaya çıkmasıyla tanımlandı.

Bu son dönemin postmoderniteyi tanımlayan güçlerle çakışması rastlantı değil: küreselleşmiş meta zincirleri, neoliberalizmin yükselişi, belli başlı doğal kaynakların tükenmesi, tekelci çokuluslu firmaların yükselişi, Küresel Kuzey’de sanayiden arınma ve Güney’deyse hızlı ama eşitsiz kalkınma.

İster Wuhan’da ister Batı Afrika’da olsun, egzotik hayvan ticareti, bu eğilimlerden yalıtılmış olarak anlaşılamaz. Özgün haliyle SARS-CoV-2, aracı bir hayvana bulaşan, orada yeniden birleştirilen ve insanlar için bulaşıcı hale gelen, bir yarasa ya da pangolin hastalığı olabilir. Egzotik hayvan ticareti, merkezi öneme sahip; çünkü vahşi hayvanlarla sadece insanları değil, aynı zamanda doğada asla birbirine eşlik etmeyen çeşitli türleri de yakın temasa sokar. Çin’in 1970’ler gibi yakın geçmişe dek, binlerce yıllık sürdürülebilir tarım uygulamalarıyla ünlü olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu nasıl oldu? Ülkenin endüstriyel et merkezli gıda sistemini benimsediği 1990’larda her şey değişmeye başladı. Küçük çiftçiler fabrika çiftliklerle rekabet edemediler. Bu yüzden devlet onları, vahşi hayvan ticaretine girmeye teşvik etti ki bu da 2003 yılında yarasalardan misk kedilerine, oradan da insanlara geçen bir korona virüs olan SARS gibi salgınlara yol açtı.

Benzer öyküler, yoksul insanların piyasa güçleri ve devlet politikası tarafından çaresiz koşullara zorlandıkları ve yerel ekolojik sistemlerin hızlı bir şekilde istikrarsızlaşmasına yol açtığı tüm dünyada ortaya çıkıyor. Avrupalı balıkçı tekneleri Batı Afrika kıyılarındaki balıkçılık alanlarını işgal ettiğinde, yerliler ucuz protein için “Bushmeat”e [2] yöneldi. Bu tür ulus ötesi ve eşitsiz gıda sistemleri, omurgalı türlerin normalden bin kat daha hızlı yok olmasıyla birlikte, sadece kitlesel yok oluşa değil, aynı zamanda Ebola ve HIV gibi yeni zoonozlara da katkıda bulundu.

Madencilik, petrol ve kereste firmalarının erişimini genişletmek için inşa edilen yollar, avcıların daha önce erişilemez olan ormanlık bölgelere erişmesini sağladı; bu da insanları yaban hayatıyla yakın temasa soktu. Sadece Kongo Havzası’nda, genellikle madencileri beslemek için her yıl yarım milyardan fazla hayvan yakalanıyor. Tabii ki vahşi hayvan ticareti, Küresel Kuzey’i de kapsıyor. “Eko-turistler” seyahat ederken primatlara kızamık, çocuk felci ve tüberküloz bulaştırdı. Hayvanat bahçesi ve laboratuar çalışanlarının, simian köpüklü virüsünü [3] orantısız bir şekilde taşıması olası. Egzotik evcil hayvan ticareti, Batı Nil Virüsü’nün Kuzey Amerika’ya geçişini sağladı ve burada da virüs, yerli kuş türlerini harap etti ve 2300’den fazla insanı öldürdü.

Egzotik hayvan ticaretinin dar kapsamlı bir eleştirisi, endüstriyel tarım tarafından yağmalanmış bir sınıf olan dünya köylülüğünün kaderiyle nasıl bağlandığını görmezden geliyor. “Bushmeat” ekonomisine üstünkörü bir bakış bile, fabrika çiftliklerinden kurtulmadan vahşi hayatı koruyamayacağımızı gösteriyor, bu da artık ucuz et olmayacak anlamına geliyor.

Belki de sosyalistlerin gezegen sağlığından öğrenebileceği en önemli kavrayış, yeni zoonozların getirdiği meydan okumanın, daha genel çevresel krizden ayrılamaz olması. Yani, tek, birleşik bir çevresel kriz söz konusu. İklim değişikliği, kentsel yayılma, kitlesel yok oluş, toprak tarafından emilmeyen gübrenin su kaynaklarına karışması (fertilizer runoff), bulaşıcı olmayan hastalıklar ve salgın hastalıklar gibi farklı sorunları yapay olarak ayırmak, hayal gücünün başarısızlığıdır.


Yazının devamı için tıklayınız


Ç.n. [1] ABD’de 65 yaş ve üstündekilerin sağlık masraflarını karşılayan devlet sigortası.

Ç.n. [2] Vahşi doğada hayatta kalmak için avlanan vahşi hayvanların (maymun, lemur, köpek, yarasa, vb.) etlerinin dayanıklılığını artırmak ve bu sayede uzun mesafelere taşıyabilmek, uzun süre beslenebilmek için yapılan bu besin işleme şekli, günümüzde turistik ve ticari amaçlarla yapılıyor. Bu şekilde beslenme sonucunda, hayvanlardan insanlara bazı zoonotik etkenler geçebiliyor.

Ç.n. [3] Hem insanlarda hem de maymunlarda bulunan bir virüs.


Drew Pendergrass Harvard Magazine ve Jacobin yazarı, Çevre mühendisi



Troy Vettese: Çevre tarihçisi ve Harvard Üniversitesi’nde araştırma görevlisi, Jacobin ve Boston Review yazarı.


Jacobin‘den çeviren: Tanju Aşanel Düzeltme: Deniz Vural


Bir Yorum Yazın