Olaylar dünya çapında yaygınlaşıyor. Yeni korona virüs (Kovid- 19), bir ülkeden diğerine her türlü istikrar belirtisinin çökmesine neden olan zincirleme bir reaksiyonu tetikledi. Kapitalist sistemin tüm çelişkileri artık yüzeye çıkıyor.
Şimdiden binlerce insan hayatını kaybetti ve yüz binlerce insan muhtemelen enfekte oldu. Ancak salgının en yüksek noktasına ulaştığına dair bir kanıt yok. Ölüm sayısı her gün %20-30 oranında artıyor. Görünürde hâlâ bir aşı yok ve öyle görünüyor ki kimsenin durumla nasıl başa çıkılacağı konusunda makul bir planı da yok. Çoğu ülke DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) gibi derneklerin tavsiyelerini dikkate almadan başına buyruk hareket ediyor. En çok etkilenen ülkelerde, sağlık sistemi çökme tehlikesi altında ve geri kalan ülkelerde sağlık personeli seyredecek haftalar ve ayları korkuyla bekliyor.
Hastalık şimdiye kadar esas olarak, Çin, İran ve batı ülkeleriyle sınırlı kaldı. Sağlık hizmetleri varsa bile, bundan yararlanma imkanının çok sınırlı olduğu, Afrika, Orta Doğu, Hint Yarımadası ve Latin Amerika’daki gecekondu mahallelerine ve baraka şehirlere ulaşır ulaşmaz, sefalet tamamen yeni bir seviyeye ulaşacak. Ölüm bilançosu milyonlarla ifade edilecek ve dünya çapında yıkım ve yerinden edilme savaş benzeri seviyelere ulaşacak.
Borsalar şimdiden sert düşüşlerle tepki verdi. 9 Mart Pazartesi günü petrol fiyatı varil başına 30 dolara düştü. Bunu dünyadaki borsalar izledi. Çarşamba günü İngiltere Merkez Bankası faiz oranlarını %0,5 oranında azalttı. Ama bunun hiçbir etkisi olmadı. Borsanın çöküşü Perşembe günü devam etti ve sonuçta 1987’den bu yana meydana gelen en büyük çöküş gerçekleşti. Piyasaların gerginliği, krizden önce zaten yavaşlamanın her türlü işaretini veren küresel ekonominin görünümü karşısında dehşete düşen egemen sınıfın karamsar perspektifini yansıtıyor.
Dünyanın en güçlü ikinci ekonomisi olan Çin, Mao’nun Kültür Devriminden bu yana ilk defa ilk üç ayda negatif kapanışa doğru gidiyor. Hastalığın Çin’de bastırıldığına inanılıyor. Ancak Hubei eyaletinde, tüm hizmet sektörü hâlâ hareketsiz. Büyük sanayiler üretime devam ediyor ancak dünyanın geri kalanında yaklaşan durgunluk nedeniyle talep düşük. Çin’deki çalışanların yaklaşık %80’inin istihdam edildiği küçük ve orta boy işletmelerin büyük çoğunluğu henüz tekrar çalışmaya başlamadı.
Hızlı bir toparlanma olacağına işaret eden hiçbir şey yok. Bazı uzmanlar, küresel ekonomik büyümenin geçen yılki %2,6’lık oranının %1’e düşeceğini tahmin ediyor, bu durum bazı ülkelerde durgunluğa yol açacaktır. Fakat bu bile fazlasıyla iyimser bir tahmin olur. Endüstriyel üretim, ticaret ve ulaşım bir aksama dalgası yaşayacak, tüketim azalacak. Tedarik zincirleri sürekli olarak kırılmaya uğrayacak. Tüm dünya ekonomisi derin bir krize girecek.
Avrupa şimdiden çok kötü etkilendi. Özellikle Avro bölgesindeki üçüncü büyük ekonomi olan İtalya. AB bakanlar konseyi krizle başa çıkmak için ortak önlemler kararlaştırmak üzere, olağanüstü bir oturum için bir araya geldi. Fakat bunun getirdiği tek şey, büyük kısmı zaten düzenli AB bütçesi tarafından karşılanacak olan 25 milyarlık bir fon oldu. Geri kalan planlar, her bir üye devletin bütçe tavanlarının kaldırılmasıyla sınırlı. Yani, her devlet kaldığı yerden başının çaresine baksın, pek bir birlik değil yani. Normalde AB dostu İtalya Cumhurbaşkanı Mattarella bile AB’yi resmi bir basın açıklamasında eleştirmek zorunda kaldı: “İtalya zor bir durumda; korona virüsünün yayılması konusundaki deneyimimiz, AB’deki diğer tüm ülkelere yardımcı olacaktır,” dedi. “Bu nedenle İtalya, en azından ortak çıkarlar doğrultusunda ve oldukça haklı olarak, dayanışma girişimleri bekliyor, virüse karşı tepkisini incitecek hareketler değil.” Gerçekte İtalya, Çin’den (acil solunum cihazları gibi tıbbi malzemeler şeklinde, vb.) AB’den çok daha fazla yardım alıyor. Avusturya, İtalya’yla sınırlarını çoktan kapattı. Diğer ülkeler İtalya’ya ve İtalya’dan uçuşlara yasak getirdi. Çek Cumhuriyeti sınırlarını on beş ülkeye kapattı. Fransa, Almanya ve diğer ülkeler çeşitli tıbbi ürünlere ihraç yasağı getirdi.Tüm bunlar günler değilse bile, haftalar içinde bir patlamaya yol açacaktır. Ortak Pazar etkin olarak aşama aşama kapatılıyor. Mevcut kriz, tıpkı 2008’deki borsa çöküşü ve 2015’teki mülteci hareketi gibi, AB’nin iç çelişkilerini yüzeye çıkarıyor ki bu, birliğin bir bütün olarak geleceği için soru işareti oluşturuyor.
Yakın zamana kadar virüsün ABD’yi etkilemeyeceğine beyan eden Donald Trump, Kovid-19’un bir “yabancı virüs” olduğu konusunda milliyetçi bir histeriyi körüklüyor. Birçok Avrupa ülkesinden seyahat edenler için sınırları kapattı ve Meksika’yla bir sınır duvarına olan ihtiyacı tekrar vurguladı (Meksika’da sadece on iki onaylanmış korona vakası olmasına rağmen). Seyahat kısıtlamalarının turizm ve hizmet sektörleri üzerinde doğrudan bir etkisi olacaktır ve bu elbette ABD’yi resesyona sürükleyecektir.
Rusya ve Suudi Arabistan, petrol fiyatlarında zaten keskin bir düşüşe neden olan petrol üretim seviyesi konusunda da bir çatışma yaşıyor. Bunun sonucunda Rusya borçlarını ödeyemez hale gelip temerrüde düşebilir. Lübnan zaten halihazırda temerrüde düşmüş durumda. Türkiye, Arjantin, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika gibi diğer ekonomiler de kısa veya orta vadede bunu takip edebilir.
Virüsün yayılması, korumacılık eğilimini dünya çapında önemli ölçüde hızlandırdı. Her ülkenin egemen sınıfı, kendi konumunu savunurken, olumsuz toplumsal sonuçları başkalarına yüklemenin telaşında. Seyahat kısıtlamaları, kolaylıkla ticari kısıtlamalara yol açabilir. Amerika Birleşik Devletleriyle Çin ve Amerika Birleşik Devletleriyle Avrupa arasındaki ticaret savaşları, eskisinden çok daha kontrol edilemez bir şekilde yeniden alev alabilir. Bu, sonuçları virüsün doğrudan etkilerinin çok ötesine geçecek olan, 1930’larda görülene benzer büyük bir depresyonun yolunu açabilir.
Burjuvazi, ekonomik kriz için korona virüsünü suçluyor. Ancak bu, sistemin birikmiş tüm çelişkilerini açığa çıkaran bir kaza sadece. Kapitalist sistemin on yıllardır hazırlanan bütünsel kriziyle karşı karşıyayız.
Burjuvazi, aşırı kredi genişlemesiyle bu krizi bir süreliğine ertelemeyi başardı. Fakat bu borçlandırma hamlesi şimdi büyümenin önünde devasa bir engel haline geldi. Er ya da geç bu balon patlamak zorundaydı. Bunu Kasım ayında hazırlanan ve yakın zamanda IMT’nin (Uluslararası Marksist Eğilim) Uluslararası Yürütme Komitesi’nin toplantısında karar verilen dünya perspektiflerimizde önceden tahmin etmiştik. Belge şöyle diyor:
“Yükseliş kesinlikle çok zayıf ve kırılgandı ve her şok ekonomiyi uçuruma sürükleme potansiyeline sahip. Hemen hemen her şey paniğe neden olabilir: ABD’deki faiz oranında artış, Brexit, Rusya’yla bir çatışma, ABD-Çin ticaret savaşının yoğunlaşması, artan petrol fiyatlarına yol açacak bir Orta Doğu savaşı ve hatta Beyaz Saray’dan aptalca bir tvit bile (ki bunlardan fazlasıyla var)”.
Ekonomik açıdan bakıldığında, virüs sadece daha derin bir zorunluluğu ifade eden tesadüfi bir olaydır. Ancak gelecekteki gelişmeler üzerinde iz bırakacaktır. Bu salgının karakteri, egemen sınıfa krizi hafifletmek veya yönünü düzenli bir rotaya çevirmek için çok fazla fırsat vermiyor.
Pandeminin dalgalanma etkisi zaten zayıf olan küresel ekonomi üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olacak. Ekonomiyi ayakta tutmak için ülkeler birbirinin ardı sıra ekonomiyi canlandırma paketlerini açıkladı. Ancak bu önlemlerin etkileri, kısa zamanda ortadan kalkmayacağı ortaya çıkan pandeminin yarattığı tahribatla sınırlanmış olacak. Hizmet sektörünün büyük bölümü, insanlar sinema, kafe, restoran, vb. toplanma alanlarından kaçınacağı için derinden etkilenecek ve gündelik çalışma koşullarının ağır bastığı bu sektörlerde çalışan işçiler üzerinde yıkıcı bir etkisi olacak. Bu durum, en azından hastalık için etkili bir tedavi bulunana kadar devam edecektir. Büyük endüstrilerde de yeni salgınlar nedeniyle üretimin sürekli kesintiye uğradığı görülecektir. Hükümetlerin çabalarına rağmen işsizlik oranları kaçınılmaz bir şekilde yükselecek. Buna karşılık, tüketim düşecek ve ekonomi üzerinde bir başka fren haline gelecek.
Egemen sınıf, yaklaşan kitlesel işsizlik beklentisi ve her an keskinleşebilecek olan sınıf mücadelesinden korkuyor. Birçok ülkede hükümetler, kamu sektörü çalışanları ve diğerleri için özel hastalık izni koşulları verilmesi gibi özel önlemler alıyor. Ancak bu önlemler, etkilenen işçilerin sorunlarını çözmeye yaklaşmıyor bile. Bazı bankalar ipoteklerin bir kaç ay ertelenmesine müsaade ediyor. Küçük ve orta boy işletmeler uygun krediler ve vergi indirimleri alıyorlar. Avrupa Parlamentosu, üye devletlere maksimum %3 bütçe açığına izin veren Maastricht Antlaşması’nın askıya alınmasını tartışıyor. Bir felaketi önlemek için devlet harcamalarını büyük ölçüde genişletiyorlar.
Ancak bu önlemlerin bir çözüm getirmesi pek mümkün görünmüyor. Keynesçi tedbirlerin bu noktada, salgın nedeniyle aylarca, belki yıllarca durgunlaşacak olan tüketimin artmasına yol açması olası değil. Bunun yerine ekonomik sektörlerde aşırı enflasyona yol açabilir. Küçük ve orta boy işletmeler toplu halde iflas edebilir. Uygun krediler ve vergi indirimleri, bu sorunları ancak çok uzak olmayan bir geleceğe erteleyebilir. Fakat milyonlarca iş hâlâ risk altında olacaktır. Batı’da, özellikle hizmet, inşaat ve ulaşım sektörlerinde çok sayıda iş gündelik hale geldi ve ilk etkilenenler bunlar olacak. İtalya’da, iş gücünün büyük kısmı özellikle derinden etkilenen turizm endüstrisi, otel, restoran vb. sektörlerde güvencesiz koşullarda çalışıyor. Daha yoksul ülkelerde durum daha da kötü. Örneğin İran’da çalışanların %96’sı işçilere hiçbir hak tanımayan “boş’’ denilen sözleşmelerle çalışıyor. İşsizlik tüm ülkelerde kitlesel bir radikalleşme kaynağı haline gelecek.
Ulusal Birlik
Egemen sınıflar ve hükümetleri, bu kriz döneminde uluslarının birlikteliği için çağrı yapıyor. Bu hayali satarken, felaketin temel yükünü işçi sınıfına aktarıyorlar. Hükümetler teker teker acımasız tedbirler alıyor. İtalya, Danimarka ve Çin’de bazı bölgeler, sıkıyönetim altındaymışçasına işliyor.
Çin’de, çelik fabrikalarında çalışanların, eve dönme hakları olmadan, neredeyse bir ay boyunca işte kalmaları zorunlu kılındı. İtalya’da, doktorlar ve hemşireler, yere yığılana kadar çalıştırılıyorlar. Aynı zamanda, özel sektör işçilerinin, başta endüstri işçileri olmak üzere, işlerine devam etmeleri isteniyor. Birçok işçi bunun anlamını sorguluyor. Amaç salgının yayılımını azaltmaksa ve verilen tavsiye evde kalmaksa, ekonominin gereksiz sektörlerindeki işçiler neden hâlâ işe gidiyorlar? Cevabı net: kapitalistlerin kârlarını mümkün olduğunca sürdürebilmesi. Grev hakları, acil durum tedbirleri dolayısıyla ciddi anlamda kısıtlanmış olmasına rağmen, İtalyan işçiler harekete geçiyor. İtalya’da denetimsiz, kanun dışı grevler dalga halinde yayılıyor; yeterli güvenlik tedbirlerinin eksikliğini protesto etmek için işçiler öne çıkıyor. Grevciler, maaş kaybı olmadan, uygun hijyenik ortam sağlanmadığı sürece, gereksiz emtia üreten fabrikaların kapatılmasını talep ediyor. Bu, şimdiye kadar Confindustria fabrikatörleriyle lobicilik yapıp fabrikaları açık tutmaya çalışan CGIL-CISL-UIL konfederasyonlarının sendika liderlerini muazzam bir baskı altına alıyor. Tüm bunlar gelecekteki olayların alametidir.
Şimdilik, Çin’deki kısıtlamalar hafifletiliyor, fakat yeni bir salgın ortaya çıkınca bu kısıtlamaların yeniden yürürlülüğe gireceği aşikâr. Danimarka ve İtalya tecrit altında ve birçok ülke aynısını yapmak zorunda kalacak. Devletler, “bir şeyler yapma” çabasında görünmeye çalışıyorlar. Epidemiyolojik açıdan bazı tedbirler mantıklı olsa da bunlar özel mülkiyet, kapitalizmin anarşik düzeni ve ulusal devletin varlığı tarafından baltalanıyor. Böylece, özel sağlık hizmeti sağlayıcılarının korona virüs hastalarını kamu sektörüne yönlendirdiklerini görüyoruz. Özel sektör sigorta şirketleriyse, korona virüs enfeksiyonunun maliyetini ödemeyi reddediyorlar. Test kiti eksikliği var; ki bunlar da özel sektör tarafından üretiliyor. İnsanların evde kalmaları istenirken, işçilerin işe gitmeleri talep ediliyor. Özel şirketler, el antiseptiği, maske ve hatta korona virüs test kitlerinin fiyatlarını artırarak, daha fazla kar yapıyorlar! Dahası, farklı devletlerin tepkilerini koordine edememeleri ve çoğu zaman zıt yaklaşımlara kendilerini adamaları, salgına karşı mücadeleyi zayıflatıyor.
ABD’de Donald Trump, hastalığın herhangi bir tehdit oluşturduğunu 11 Mart’a kadar inkar etti. Çin’de devlet, kırılgan ekonomiye zarar verme korkusuyla, haftalarca salgına karşı tepki vermeyi erteledi. Bunun yerine, araştırmacılar ve ihbarcılar tutuklanıp zulme uğradı. İran’da, parlamento seçimlerinde katılımı yüksek tutabilmek için, hastalığın varlığını bile haftalarca inkar ettiler. Bugün bile İran yönetimi hastalığın ciddiyetini vatandaşlarından saklıyor. Resmi olarak, korona virüs yüzünden sadece birkaç yüz İranlı öldü, ancak gayri resmi ölüm raporları bundan birkaç kat daha fazla. Virüsü taşıyan insan sayısının şimdiye kadar on binlere (hatta yüz binlere) ulaşmış olması muhtemeldir.
Dini lider Humeyni’ye, insanların virüse karşı ne gibi önlemler almaları gerektiği sorulduğunda, Humeyni dua etmelerini tavsiye etti. Tabii, bu öneri sadece yoksullara yönelik. Emin olunuz ki Humeyni kendisi hastalığı kapsaydı, en iyi bilimsel sağlık hizmetleri tarafından tedavi görürdü. Ayrıca İran’daki salgın yayılımının ana kaynağının, hacıların şifa görmeye gittiği Kum kutsal tapınağı olduğu görülüyor. Tüm bunlar teokratik rejimin temelini baltalıyor; ama bunu reddederek, dini düzen güvenlik tedbirlerine karşı koyuyor ve salgını batının bir komplo teorisi olarak gösteriyor. Bütün bunlar, egemen sınıfın çürümüşlüğünü hayatlarıyla ödeyen İran halkının öfkeli bir karşı reaksiyonunu hazırlıyor.
Salgına karşı müdahale, on yıllar süren sağlık hizmetlerine yapılan kesintiler yüzünden aksatılıyor. İtalya’da, 2009-2017 yılları arasında 46.500 sağlık hizmetleri işçisi işten çıkarıldı. 70.000 hastane yatağı kaldırıldı. 1975’te, İtalya’da her 1.000 insana 10.6 yatak düşüyordu; şimdi bu oran 2.6! İngiltere’de de 1960’ta her 1.000 kişiye 10.7 hastane yatağı düşerken, 2013’te bu oran 2.8 yatağa düştü. 2000 ve 2017 arasında, İngiltere’de mevcut hastane yatağı sayısında %30 azalma görüldü! Batı dünyasında durum böyle. İtalya’da sağlık işçileri, kısıtlı tesisler dolayısıyla kimi tedavi edeceklerinin seçimini yapmak zorunda kalıyor ki bu da birçok insanın, hele yaşlıların, öleceği anlamına geliyor; çünkü imkanlar bunu gerektiriyor. Vaka sayıları çoğaldıkça, sağlık sistemi yoğun baskı altına giriyor. Sağlık sistemi çökerse, yüzlerce ve binlerce insan kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalacak. Zenginler, özel sağlık hizmetlerine erişebildiklerine göre, bu barbarlıktan kendilerini kurtarabilecek. İran’da bir dizi bakan, meclis üyesi ve üst düzey görevli tedavi gördüler ve virüsü atlatıp iyileşme sürecine girdiler. Bu sırada, on binlerce sıradan insan test yaptırmakta bile zorlanıyor. Bir acı örnek de bir hemşirenin test sonuçlarının, ölümünden bir hafta sonra çıkmasıydı.
Singapur’da, nüfusun tamamına maske gibi tıbbi ve güvenlik ekipmanı tedarik edildi. Ve Çin’de, durumla mücadele etmek için bir dizi hastane acilen inşa edildi ve semptomları olmayanlar da dahil on binlerce insana test yaptırıldı. İngiltere hükümetiyse, başlarına gelecek felakete karşı hazırlanmak için hamle yapmıyor. Testlerin sayısı azaldı. Kuzey İtalya’dan evlerine dönen ve semptom gösteren vatandaşlar bile test edilemedi. Dün başbakan Johnson, Birleşik Krallıkta belki de on bin kişinin muhtemelen hastalığa yakalanmış olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Buna rağmen, İtalya’da, hatta İskoçya’da yapılanların aksine büyük çaplı etkinlikleri ve toplaşmaları iptal etmeyi reddetti. Soğuk bir tavırla, halkın kendilerini “vakitlerinden önce sevdiklerini kaybetmeye” hazırlamalarını söyledi. Bir New York Times makalesinin manşeti durumu tam kalbinden vurdu: “Birleşik Krallık Ekonomisini Virüsten Koruyor, Fakat Daha Halkını Değil.”
Başbakan Boris Johnson’un sinik tutumu, son günlerde yapılan ve hastalıkla nasıl başa çıkılabileceğini sorulduğu bir röportajda ortaya çıktı. Üstünkörü denilebilecek şekilde, alternatif olarak, “Belki de hastalığa katlanıp, darbeyi bir defada alıp hastalığa izin vererek, olağanüstü tedbirler almadan, bir bakıma nüfusun içinden geçmesine izin vermeliyiz,” önerisinde bulundu. Başka bir deyişle, işlerin normalmiş gibi devam etmesi uğruna, ciddi önlemler almadan belki de binlerce insanın ölmesine izin vermemizi önerdi. İsveç ve ABD gibi ülkeler tarafından da paylaşılan bu fatalist yaklaşım, DSÖ tarafından üstü kapalı eleştirildi. DSÖ üye ülkelere virüsü kontrol altına almaya devam etmeleri isteğinde bulunuyor.
Kuşkusuz bu yorumlarda, egemen sınıfın çürük düşünce yapısını yansıtan Maltusçu unsurlar var. Yani yoksulluk, savaşlar ve salgınların dünya nüfusunun fazlalığının sonucu olduğu ve nüfusu kontrol altında tutmak için gerekli oldukları düşüncesi. Jeremy Warner, Telegraph gazetesi muhabiri, şöyle yazıyor: “Doğrusunu söylemek gerekirse, tamamen tarafsız ekonomik bir perspektiften bakılınca, orantısız şekilde muhtaç yaşlı kesimi aramızdan alarak Kovid-19 uzun vadede biraz da yararlı olabilir.” Burjuva toplumun düşünce biçimi, hastalığın nüfusun içinden geçip, tek bir seferde olabildiği kadar fazla insanı aramızdan almasıdır. Bunun sonucunda İngiltere, erteleyici önlemler alan ülkelere oranla ekonomik durgunluğu daha hızlı aşabilecek.
Özellikle ABD’nin sağlık sistemi, gelecekte olacaklar için hazır değil. Sağlık sigortası olmayan milyonlarca insan, berbat koşullarla karşı karşıya kalabilirler. Hükümet bu durumda geçici olarak insanları sigortalayabilir. Fakat bu, salgının ulaştığı seviyeyle başa çıkmakta zorlanacak zayıf sağlık sisteminin derin problemlerini çözemeyecek. ABD sistemi tek bir şey için çalışıyor: dev medikal şirketlerin ve ilaç şirketlerinin cebine para dökmek. Sistem, görülmesi beklenen ulusal felaket seviyesiyle başa çıkacak durumda değil.
Son birkaç haftada, hiçbir hazırlık yapılmadı. Hastanelerin planları yok, eğitim sağlanmadı ve teçhizat kıt. ABD Hastalık Kontrol Merkezi de Almanya’da geliştirilen uluslararası standartta korona virüs test kitlerini kullanmayı reddedip, kendi testlerini sil baştan geliştirme kararı aldı. Fakat birçok problem yaşıyor olmaları bir yana, testler çok geç insanlara ulaşıyor ve yeterli test yok. Üstelik test merkezlerinin sayısı yetersiz ve buna bağlı olarak sonuç alma prosedürleri de aşırı uzun sürüyor. Dolayısıyla 6 Mart’a kadar Güney Kore’de 140.000 test uygulanmışken, ABD’de bu sayı sadece 2.000! Dolayısıyla ABD’de hastalığın ne kadar insana bulaştığına dair net bir değerlendirme yapılmamıştır. Sıradan insanların sağlık krizi ve ekonomik krizden korunması için hiçbir ciddi önlem alınmamıştır. Fakat krizin kızıştığı an ABD Merkez Bankası, dev şirketleri koruma amacıyla piyasaya 1,5 dolar milyar enjekte etti.
Tüm kapitalist sınıfın ve kuruluşlarının beceriksizliği açık ve net. Donald Trump durumdan tamamıyla uzak görünüyor ve hatta davranışlarının tümü daha beter bir felaketin temellerini atıyor. Sonunda, olaylar Trump’un çöküşüne yol açabilir. Bu arada, ücretsiz, kamulaştırılmış sağlık hizmeti için çağrı büyük yankı yapabilir.
Her açıklıkta, egemen sınıfın açgözlülüğü ve çürümüşlüğü gün yüzüne vuracaktır. Hastalık bir ülkeden diğerine yayıldığında, bu örnek kendini tüm dünyada tekrar edecek.
Marksistlerin görevi, egemen sınıfı ve ulusal birlik yalanını ifşa etmek olacaktır. Asalak egemen sınıfın çıkarlarının toplumun geri kalanının çıkarlarıyla taban tabana zıt olduğunu göstermeliyiz: Her yerde, tüm özel sağlık hizmetleri kuruluşlarını kamulaştırma talebini tekrar etmeliyiz. Sağlık hizmetleri ve ilaç endüstrisi tamamıyla hemen işçilerin kontrolü altında kamulaştırılmalıdırlar ki tüm ihtiyacı olanlara acil ve etkili yardım planlanabilsin.
Hastane yataklarının sayısı önemli ölçüde çoğaltılmalıdır ve gerekirse yeni hastaneler acilen kurulmalıdır; bu amaç uğruna binalara el koymak, oteller gibi boş binaları yeniden kullanmak veya yeni tesisler inşa etmek gerekebilir.
Herkes için sınırsız hastalık ödeneği garanti olmalıdır ve yevmiyeli iş gücü resmileştirilmelidir veya işlerini kaybetmiş işçilere verilen geçimi sağlayacak maaş kadar sosyal yardım güvence altına alınmalıdır. Veliler ve bakıcılar, çocuklara bakabilmek için ücretli izne çıkabilmelidirler; okulların, kreşlerin, vb. kurumların kapatılmalarından etkilenenler de aynı şekilde.
Tüm gerekli mallara sıkı fiyat denetimi yapılmalıdır. Eksik hijyen ürünleri ve tıbbi malzeme üretebilecek fabrikalar kamulaştırılmalıdır.
Tüm tahliye ve mal geri alımı engellenmelidir. Zenginler tarafından spekülasyon için araç olarak kullanılan boş evler, halk kontrolü altına alınıp evsizler için konaklama tesisi olarak kullanılmalıdır.
Salgının yayılmasını engellemek için etkilenen bölgelerde tüm gereksiz üretimin durdurulması, işletmelerin kapalı olduğu sürece işçilerin garanti tam maaş ödemelerinin yapılması gerekir. Kamu tarafından dış kaynak kullanımı derhal sonlandırılmalıdır; servisler kurum içi devam etmeli ve işçiler devlete bağlı olmalıdır ki maaşlarını almayı sürdürebilsinler.
Çalışması zorunlu işçiler için, işyerlerinde sağlık ve güvenlik tedbirleri alınmalıdır, bunun maliyetini de şirketler üstlenmelidir. Patronlar, paranın yeterli olmadığını savunurlarsa, hesapların açılmasını talep etmeliyiz.
Bu gibi adımlar, sendika temsilcileri ve seçilmiş işyeri komiteleri denetimi altında, işçilerin kendileri tarafından tartışılmalı ve kararları işçiler kendileri almalıdır. Sendika aktiviteleri zayıfsa veya hiç yoksa bu, sendika kurmak ve sendikaların tanınmasını talep etmek için bir fırsattır.
Salgınla mücadele etmek için gereken kaynaklar, zaten işçilerce sonradan kemer sıkma döneminde ödenecek bütçe açığını veya ulusal borcu artırarak yaratılamaz. Dev şirketlerden derhal vergi alınmalıdır. Ayrıca gereken yerlere, yani ev halkına, küçük işletmelere ve çalışmayı durdurmak zorunda kalan sektörlere kaynak aktarmak için bankaların kamulaştırılmasını da talep etmeliyiz.
İflasa yakın endüstrilerin kamulaştırılması ve işçilerin kontrolü altına geçirilmesi, işçilerin işlerini ve hayatlarını korumak için önemlidir. Ve tekellerin gereksiz zenginlikleri kamulaştırılıp, gerektiğinde acil durum tedbirleri için kullanılmalıdır.
Kapitalist sınıfın toplumu ileriye götürmekteki yetersizliğine dikkat çekmek Marksistlerin görevidir. Sabırla açıklamalıyız ki sadece işçi sınıfı, gücü kendi eline alarak bu çıkmazdan bir çıkış yolu gösterebilir!
Yeni Bir Çağ
Dünya tarihinde yeni bir dönem önümüzde açılıyor. Bir kriz dönemi; savaşlar, devrimler ve karşı-devrimler. Suya atılan bir kaya gibi kriz de dünyanın hiçbir bir köşesinde durmayacak dalgaları tetikleyecektir. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana toplumların en büyük altüst oluşu olacak. Bütün rejimler çalkantıya girecek ve sosyal, ekonomik, diplomatik ve askeri denge yok olacaktır.
Daha önce birçok kez vurguladığımız gibi, egemen sınıf 2008 dünya ekonomik krizine yol açan çelişkileri hiçbir zaman çözemedi. Bunun yerine, şimdi tekrar patlayan balonu sadece yeniden şişirdiler. Aynı zamanda, pandemi başlangıçtaki çöküşü çok sert hale getirecek ve iki yıl kadar ekonomi üzerinde depresif bir etki sağlayacaktır. Ancak pandemi sona erdiğinde bir “normal” e dönüş olmayacak. Önümüzdeki seneler çok daha çalkantılı olacak.
Marksistler için en önemli olgu, kitlelerin bilincinin dramatik değişimlerden geçecek olmasıdır. Süreç, savaş koşullarının bir benzeri olacak. Kriz ve kitlesel işsizlik günün olağan düzeni içinde olacak. İşçi sınıfına karşı acımasız önlemler uygulanacak.
İlk aşamada, egemen sınıf ulusal birlik çağrısı yaparak durumu dengelemeye çalışacak. Geçtiğimiz dönem, statükonun ve politikacılarının otoritesini aşındırdı. Ama yine de birçok insan, yeni koşulları kabul edecek çünkü geçici ve gerekli olduklarını düşünecekler. Birçoğu devletin ulusun çıkarlarını temsil ettiğini düşünecek. Ancak yavaş yavaş, kimin ödeme yapmasının istendiği ve kimin çıkarlarının korunduğu anlaşılacak. Kitlelerden, egemen sınıf için gittikçe daha fazla fedakarlık yapmaları istenecek. Ama bir sınır var. Bu noktaya ulaşıldığında, bugünün görünen uysallığı öfke ve gazaba dönüşecek.
Bilincin dönüşümünün esası gelecekteki büyük olaylarda yatar. Bilinci temelinden sarsacak ve her şeyi farklı bir şekilde değerlendirmeye zorlayacak olaylar. Sıradan insanların en basit günlük alışkanlıklardan, ulusal normlar ve geleneklere kadar kanıksamış olduğu her şey değişecektir. Bu, kitleleri eylemsizliklerinden sıyrılıp, dünya siyasetine girmeye zorlayacak. Statüko çözülecek ve kitleler kapitalizmin çıplak barbarlığıyla karşı karşıya kalacaklar.
Troçki, I. Dünya Savaşı’ndaki gelişmelere dayanarak, Büyük Britanya hakkında yazdığı 1924’te böyle bir süreci açıkladı: “İnsan bilincinin toplumsal düzeyde korkakça muhafazakâr ve yavaş ilerliyor olduğu unutulmamalı. Sadece idealistler dünyanın insan düşüncesinin özgür inisiyatifi üzerinden ilerlediğini düşünür. Aslında toplum ya da sınıf bilinci, kesinlikle zorunlu olmadıkça tek bir adım ileriye gitmez. Mümkün olan her yerde eski fikirler yeni gerçeklere uyarlanır. Sınıfların ve halkların, tarihin sopasıyla onları mecbur bıraktığı durumlar dışında, şimdiye kadar belirleyici bir inisiyatif göstermediklerini söylersek açık yüreklilikle konuşmuş oluruz. İşler farklı olsaydı, insanlar emperyalist savaşın patlak vermesine izin verir miydi? Neticede, tıpkı aynı ray üzerinde kafa kafaya çarpışmak üzere son sürat giden trenler gibi, savaş göz göre göre yaklaştı. Fakat halklar sessiz kaldılar, izlediler, beklediler ve olağan, günlük, muhafazakar yaşamlarını sürdürmeye devam ettiler. Emperyalist savaşın korkulu ayaklanmaları, bilince ve sosyal yaşama bazı köklü değişikliklerin girmesi için gerekliydi. Rusya’daki işçiler Romanov’u devirdi, burjuvaziyi kovdu ve iktidarı ele geçirdi. Almanya’da Hohenzollern’den kurtuldular ancak yarı yolda durdular. Savaş bu değişikliklerin gerçekleşebilmesi için gerekli idi. Savaş ve milyonlarca ölü, yaralı ve sakat… Bu, insan bilincinin ne kadar muhafazakar ve yavaş olduğunun, inatla geçmişe, bilinen, tanıdık ve atalardan gelen her şeye; kırbacın bir sonraki darbesine kadar, ne kadar bağlı olduğunun açık bir kanıtıdır.”
Halihazırda bu sürecin ilk aşamalarını görüyoruz. İran’da devrimci öfke her yere yayılıyor. Halkın çaresizliğini ifade eden bir tvit şöyle diyor: “ Büyük amcam korona virüsü nedeniyle öldü. Yedi yaşındayken babasının ölümünden, 77 yaşına kadar bir işçiydi. Kum’a yayılan kriz sırasında evde kalamadı çünkü ekmek ve hayatı arasında seçim yapmak zorunda kaldı. Aklımdaki en acı düşünce bu.”
Evet, bu milyonlarca başka insanın da zihninden geçen çok acı bir düşünce. Binlerce insan egemen sınıfın açgözlülüğü ve beceriksizliğinden ölüyor. Şu anda hareketi geri tutan tek şey virüs tehdidi. Ancak bu sadece geçici bir faktör. Toz duman dağıldığında kitleler tekrar harekete geçecek.
Ekvator başkanı Lenin Moreno, krizin etkilerine karşı kemer sıkma politikasına başladı. Bu durumun yeni ayaklanmalara yol açması muhtemeldir, aylar önce de buna benzer bir ayaklanma nerdeyse devleti deviriyordu. Arap yarımadasındaysa, “Arap Devrimi” ancak sosyal refah harcamalarının arttırılmasıyla durdurulabilmişti. Ancak petrol fiyatlarının düşmesiyle bu durumun sürdürülebilir olması mümkün değil, dolayısıyla kemer sıkma politikaları yaygın olarak görülecek. Uzmanlar yıllardır Çin’de sosyal huzursuzluğun giderilmesi için gayrı safi yurt içi hasılada (GSYİH) %6’lık bir büyümenin gerektiğini belirtiyor. Ne var ki bu rakamlar bile geçmişte kaldı.
İtalya’da da benzer bir ruh hali yaşanıyor. Doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık çalışanları yetkililer tarafından kendilerine verilen kaynak eksikliğini telafi etmek zorunda kalıyorlar. Bu durum onları büyük bir yük altına sokuyor. Şu anda ayaklanmamaların nedeni üzerlerindeki büyük yük. Ama kendilerine yapılanları unutmayacaklar; üzerlerindeki yük kalktığı zaman, onlar da baş kaldırmaya başlayacak.
Gelişmiş kapitalist ülkeler de bundan kurtulamayacak. Kitleler krize, bir büyüme ve refah döneminden sonra değil, 2008 krizinden itibaren on yıldan fazladır kemer sıkma politikaları ve saldırılardan sonra maruz kalıyor. Yetkililere ve düzene olan güven halihazırda en düşük seviyede. İstifçilik ve birçok alanda güvenliğe dair yönergelerin ihmal edilmesi, buna işaret ediyor. Bunun da ötesinde, 2008 öncesindeki yaşam standartlarına dönmek yerine, onları bekleyen, savaş sonrası dönemde bile görülmemiş düzeyde kitlesel işsizlik ve yoksulluk olacak. Bu durum onları mücadele yoluna zorlayacak.
Mücadelenin seyri boyunca, liderlik ve örgütleriyle beraber işçi sınıfı dönüşüme uğrayacak. Bu süreçte Marksistlerin, görüşlerimizin ulaşacağı dinleyiciler kazanması için bir çok fırsat ortaya çıkacak; başta öncü katmanlarda, sonrasında işçi sınıfı kitleleri içinde. Sadece bizim görüşlerimiz, günümüzde gerçekleşmekte olan hadiseleri açıklayabiliyor.
Karşılaştığımız felaket, her düzeyde kapitalist sistemin bir ürünüdür. Salgınlarda artışa yol açan çevresel yıkımdan, sadece kâr potansiyeli varsa, yeni ilaçlar için yatırım yapmakla ilgilenen çürümüş ilaç sanayine; yıllardır her türlü kesintiye uğrayan,özelleştirilmiş ve ani değişimlerle baş etme imkanı yok olana kadar kaynaksız bırakılmış sağlık sistemine kadar. Dahası, dünyanın her yerinde egemen sınıf ve hükümetlerdeki uşakları, hastalığa karşı savunma oluşturmakta ne kadar yetersiz olduklarını ispatlamış durumda. Her fırsatta, kârlarından ödün vermek konusundaki tereddütleri, salgının daha da yayılmasına neden oluyorlar. Salgına cevap vermemekle birlikte, salgının ve getirdiği ekonomik krizin maliyetini işçi sınıfından çıkarmaya çalışacaklar.
Hamid Alizadeh