NEDEN OKUNMALI? Transhümanizmin savunucuları, yakın gelecekte zihnimizi bir süper bilgisayara yükleyeceğimize dair büyük vaatlerde bulunuyorlar. Bir yandan yaşamlarımızı uzatan ve kalitesini artıran teknolojilere sahibiz. Ancak diğer yandan, insanların ölümsüz olduğu tekno-iyimser bir gelecek vaat ediliyor. Tarih, yaşam iksiri vaat eden dolandırıcılarla doludur. Transhümanizm farklı mı? Transhümanizm insanlığın kurtarıcısı mı yoksa sahte bir kehanet mi?

Okuma Süresi: 15 dakika

Transhümanizm, insan bedenini ve zihnini biyolojik sınırlamalarından kurtararak, insanlığın ölümle kısıtlanmayan bir geleceğe geçişini amaçlayan felsefi bir hareket. Transhümanistlerin hayallerini dayandırdıkları teknolojilerin çoğu gerçekte mevcut ve dünyayı değiştirecek nitelikte olsa da bu konularda ciddi sınırlamalar var. Transhümanizmin belki de en büyük kusuru, karmaşık biyolojik sistemlerin parçaları arasındaki etkileşimlere indirgenebileceği düşüncesi. Bu, bütüncül ve sistem odaklı olan 21. yüzyıl bilimiyle çelişiyor.

Evrimsel zaman ölçeğinde göz açıp kapayıncaya kadar geçen sürede insanlar ağaçlara tırmandı, bu gezegenin manzarasını daha önce hiçbir türün yapmadığı şekilde değiştirdi ve uzayda ayak izlerini bıraktı. Modern insanın evrimindeki her aşamada, biyolojinin bize dayattığı sınırlardan kurtulmaya çalıştık. İnsanlık yolculuğunun önemli bir parçası, geçtiğimiz yüzyılda katlanarak büyüyen bir olgu olan yeni teknolojilerin geliştirilmesi olmuştur.


Şimdi ve Gelecekte Transhümanizm

Transhümanizm, insanlığın durumunu iyileştirip, daha ileri taşımayı ve bu ilerlemeden yararlanmayı amaçlayan entelektüel ve teknolojik bir paradigma. İnsan bedenini ve zihnini biyolojik sınırlamalarından kurtararak, insanlığın ölümle kısıtlanmayan bir geleceğe doğru ilerleyeceğine dair bir inanca sahip olan bir akım.

Transhümanizm neye benziyor? Savunucuları, yaşam süresini uzatan buluşların daha uzun yaşamamızı sağladığı bir dünya vaat ediyor. Transhümanizm, yapılan araştırmaları, uzayacak yaşamlarımızın büyük bir bölümünde sağlıklı kalmamızı sağlayan yaşlanma karşıtı tedavilere doğru itecek. Zihin kontrollü protezler, engelli insanlara uzuvlarının kontrolünü yeniden kazanma fırsatı sunacak.

Aslında bunların çoğu zaten gerçekleşiyor. Örneğin, koklear implantlar işitme duyusunu geri kazandırıyor ve kalp pilleri hastaların yaşam sürelerine onlarca yıl ekleyebiliyor. Kısa bir süre önce, Maryland Üniversitesi Tıp Merkezi’ndeki cerrahlar bir hastaya domuz kalbi nakletti. Bilim insanları genetik mühendisliği sayesinde, hastanın vücudunun organı reddetmesine neden olacak bağışıklık tepkilerini bastırdı. (Ne yazık ki hasta daha sonra öldü.) Transhümanistler gelecekte kalp ve beyin de dahil olmak üzere organlarımızı hiç yaşlanmayacak şekilde yeniden üretebileceğimizi iddia ediyor.

Ancak transhümanizm savunucuları genellikle bu atılımların çok ötesine geçiyor. Hareketteki pek çok kişi, üstel teknolojik ilerlemenin kaçınılmaz sonucunun bir “tekillik” olduğunu öne sürüyor. Böyle bir gelecekte, insanların zihinlerini bir bilgisayara yüklemelerinin ve dijital âlemde sonsuza kadar yaşamalarının mümkün olacağını iddia ediyorlar. Bazıları, yeniden canlandırılabilecekleri bir zaman gelene kadar dondurulmak üzere şimdiden kayıt yaptırıyor.

Yani bir yandan yaşamlarımızı uzatan ve kalitesini artıran teknolojilere sahibiz. Ancak diğer yandan, insanların ölümsüz olduğu tekno-iyimser bir gelecek vaat ediliyor. Tarih, yaşam iksiri vaat eden dolandırıcılarla doludur. Transhümanizm farklı mı? Transhümanizm insanlığın kurtarıcısı mı yoksa sahte bir kehanet mi?


Yaşlanma Sadece Bir Hastalık mıdır?

Eliezer Yodkowsky’nin bir fanfiction (hayran-kurgu) romanı olan “Harry Potter ve Akıl Yürütme Yöntemleri”nde Profesör Quirrell, Harry’ye insanlığın bir güneş sisteminden diğerine göç edeceği uzak bir gelecekten bahseder. O zaman insanların “çocuklara, dayanabilecekleri yaşa gelene kadar Kadim Dünya’nın tarihini anlatmayacaklarını; öğrendiklerindeyse, ölüm diye bir şeyin bir zamanlar var olduğunu duyduklarında ağlayacaklarını!” söyler.

Gerçekten de ölüm, biyolojinin bize dayattığı en büyük sınırlamadır. Ölümsüzlük şu anda gerçek olmaktan çok bir kurgu olsa da uzun ömürlülük konusundaki radikal gelişmeler halen devam ediyor.

Son dönemlerde “omics” teknolojilerinin gelişmesi, genlerin fenotiplere nasıl katkıda bulunduğunu anlamayı mümkün kıldı. Çeşitli model organizmalarda yapılan araştırmalar, stres direnci, telomerlerin uzunluğu (yaşlanmayla birlikte kısalan kromozom uçları) ve hücresel bölünmeyle ilgili bazı genlerin yaşlanma süreciyle bağlantılı olduğunu ortaya koydu. Son birkaç yılda uzun ömür şirketleri, yaşlanma karşıtı ilaçlar geliştirmek için, bunların etki mekanizmalarını araştırmaya başladı.

Bu araştırmalardan bazıları gerçekten umut vaat ediyor. Ancak bunun altında yatan varsayım, yaşlanmanın da diğerleri gibi tedavi edilebilecek bir hastalık olduğu. Peki bu doğru mu?

Akılda tutulması gereken önemli bir sınırlama, bu araştırmaların çoğunun farelerde yapılıyor olması. Bu iyi bir şey ancak laboratuar ortamındaki farelerin aksine insanlar, yaşam sürelerinin uzamasında tartışmasız önemli bir faktör olan yüksek korumalı alanlarda yaşamıyor. Ayrıca, farelerin ve insanların fizyolojileri o kadar farklı ki birincisinde görülen herhangi bir etkinin ikincisinde de görüleceğini iddia edebilmek çok zor. Farelerden insanlara adaptasyon, geliştirilmekte olan neredeyse tüm yaşlanma karşıtı ilaçların yanı sıra, genel olarak biyomedikal araştırmalar için de bir zorluk olmaya devam ediyor.

Uzun ömür araştırmacıları, yaşlanmayı genellikle tedavi edilebilecek bir hastalık olarak görürler. Varsayılan tedaviler çoğunlukla biyolojik saati tersine çevirerek canlılığı geri kazanmayı amaçlar. Özellikle Shinya Yamanaka’nın gen ifadesini düzenleyen moleküller olan birkaç transkripsiyon faktörünün eklenmesiyle, özelleşmiş hücrelerin kök hücrelere dönüşmesini sağlayan çalışmasının ardından, rejeneratif tıp teknolojileri büyük ilgi görüyor.

Ancak bu alan da abartılı çalışmalarla dolu. Telomerler güvenilmez yaşlanma saatleridir ve doğru bir şekilde ölçülemezlerse, yaşlanmaya çare bulmak zordur. Sonuçta yaşlanma karşıtı ilaçlar, bu yaşlanma saatlerini yavaşlatma yeteneklerine göre test ediliyor. Aynı şekilde, kök hücrelerin vücudumuzu gençleştirme kabiliyeti üzerine yapılan araştırmalar da biyolojik saati ne kadar iyi geri sardıklarıyla kıyaslanıyor. Ancak, eğer bu saatler biyolojik yaşın gerçek göstergeleri değilse, o zaman bunlara dayanan çalışmalar güvenilir bilgi üretmiyor demektir. Daha da kötüsü, kanıtlanmamış kök hücre tedavileri, körlük ve kanserler de dahil olmak üzere ciddi yan etkilere yol açabilir. Bir kadının hatalı kök hücre tedavisi, gözünün etrafında kemik parçalarının büyümesine yol açtı.

İnsan Mühendisliği

Araştırmacıların genomda hassas düzenlemeler yapmasına olanak tanıyan Nobel Ödüllü CRISPR tekniği inanılmaz derecede güçlü. Kuşkusuz bilimsel araştırmaları daha hızlı hale getirecek ve dünyayı değiştirecek atılımlara yol açacak. Geçtiğimiz yıl bu teknoloji, daha önce tedavisi mümkün olmayan kalıtsal bir kan hastalığı olan orak hücreli anemi hastasını iyileştirmek için kullanıldı.

Ancak orak hücre anemisi gibi tek bir genin neden olduğu hastalıklar son derece nadirdir. Örneğin, tüm dünyada en sık görülen ölüm nedeni olan kalp damar hastalıkları, çoklu genetik ve çevresel faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle şekilleniyor. Büyük olasılıkla genetik mühendisliği, karmaşık etiyolojilere sahip hastalıkları tedavi edemeyecek. Aynı nedenle, atletik yetenek ve yüksek zekâ gibi önceden seçilmiş özelliklere sahip “tasarım bebekler” kavramının çoğunlukla bir fantezi olmasının nedeni de budur. Önem verdiğimiz özelliklerin çoğu, binlerce olmasa da yüzlerce gen tarafından kontrol ediliyor.

Genetik mühendisliğinin bebekleri doğmadan önce çeşitli hastalıklardan veya durumlardan kurtarmak için kullanılması da olası değil. Amaç doğum kusurlarını önlemekse, implantasyon öncesi tarama ve embriyo seçimi genetik manipülasyona gerek kalmadan bunu başarabilir.


Bulutta Yaşamak

Rejenerasyon yoluyla bedenlerimizin süresiz olarak hayatta kalmasını sağlamak, ölümsüzlüğe giden tek yol değil. Birçok bilimkurgu meraklısının da onaylayacağı gibi, bir gün zihinlerimizi devasa süper bilgisayarlara yükleyebiliriz. Transhümanistler tarafından lanse edilen diğer pek çok teknoloji gibi, beyin-bilgisayar arayüzlerinde de gerçek ilerlemeler var. Örneğin, sinirbilimdeki ilerlemeler sayesinde, bitkisel hayattaki bazı hastalar artık iletişim kurabiliyor. Dolayısıyla transhümanistler zihinlerimizi yüklemeyi halihazırda devam eden bir eğilimin zirvesi olarak görüyorlar. Ancak bu argümana bilimden ziyade yutturmaca hâkim.

İnsan beynini in silico* kopyalamaya giden yolda önemli ve gerekli bir kilometre taşı, beynin nasıl çalıştığını anlamaktır. Gerçekten, bilincin nasıl ortaya çıktığını bilmiyorsak, sıfırdan bilinçli bir varlık inşa edemeyiz. Şu anda bunu bilmiyoruz ve hatta tanımlamakta bile zorlanıyoruz. Çoğu sinirbilimcinin (ama belki de çok az yapay zekâ mühendisinin) kabul edeceği gibi, insan beyninin nasıl çalıştığı hakkında şaşırtıcı derecede az şey biliyoruz. Beyin hâlâ bir kara kutu. Neden mi? İnsan beyninde nöronlar arasında bir katrilyon bağlantı var. Bir beyni, başka bir deyişle sizi, doğru bir şekilde kopyalamak için bu bağlantıları ve içerdikleri bilgileri tam olarak yeniden üretmek gerekir. Beynin gerçekte bilgiyi nasıl depoladığı da anlamadığımız bir başka temel konu. Bir beyni yeniden üretmek için gereken bilgi miktarı, kabaca internetin, en azından internetin 2016 versiyonunun büyüklüğüne eşit. Ve tek bir bilgisayarlı “beyni” gerçek zamanlı olarak çalıştırmak için gerekli bilgi işlem gücü, şu anda hayal bile edilemez.

Gerekli hesaplama gücüne sahip olsak bile, bilim insanları beynin yapısı ve işlevinin öznel, bilinçli deneyime nasıl dönüştüğü konusunda hiçbir fikre sahip değil. Çikolata yeme hissi yeniden üretebileceğimiz bir şey değil. Ayrıca, beynin ya da bilincin “yüklenebilir” olduğu fikri de kuşkulu. Büyük ölçüde bu fikir, beynimizin bilgisayar gibi olduğu inancından kaynaklanıyor. Ancak bu karşılaştırma doğru değil. Beyni bir bilgisayara benzetmek, beynin karmaşıklığını insanlığın en sofistike icadıyla karşılaştıran kullanışlı bir metafordur; biyolojik olarak doğru değildir. Beyin bir bilgisayar gibi çalışmaz.

İndirgemecilik: Transhümanizmde Ölümcül Bir Kusur mu?

Nihayetinde, transhümanizme yönelik tüm bu itirazların temelinde indirgemecilik eleştirisi yatıyor. Biyolojik sistemler, hücreler ve genler arasındaki etkileşimlere indirgenemez. Hücresel sistemler kimyasallar arasındaki etkileşimlere indirgenemez. Kimyasal sistemler atomlar arasındaki etkileşimlere indirgenemez. Ve kuantum mekaniği bize atomların bile protonlar ve elektronlar arasındaki basit etkileşimlere indirgenemeyeceğini gösteriyor. Ancak transhümanistler evrenin bu şekilde işlediğine inanıyor gibi görünüyor ki bu görüş, bütünsel ve sistem odaklı olan 21. yüzyıl bilimiyle giderek daha fazla uyumsuzluk gösteriyor.

Bugün pek çok olgunun doğada ortaya çıktığını biliyoruz. Bu, özelliklerinin parçaları arasındaki etkileşimlerin bir sonucu olarak ortaya çıktığı anlamına gelir. Örneğin, biyolojik doğal seçilim yasası, fizik yasalarının doğrudan bir sonucu değildir. Bunun yerine, sayısız organizmanın etkileşimlerinden ortaya çıkar. Protonların ve elektronların nasıl etkileşime girdiğini bilmek, biyolojik evrimin ortaya çıkış olgusu hakkında herhangi bir fikir vermez. Benzer şekilde, bir bilgisayarda katrilyon nöronun etkileşimlerini taklit etmek de zihnin ortaya çıkan olgusunu yeniden üretmemize neredeyse kesinlikle izin vermeyecektir. Susan Lewis’in Posthuman Bliss? The Failed Promise of Transhumanism (İnsan Ötesi Mutluluk mu? Transhümanizmin Başarısız Vaatleri) adlı kitabında yazdığı gibi, “Transhümanistlerin rüyasının uygulanabilirliği, bilimsel bulguların giderek yerini aldığı zihnin ve beynin bölümlere ayrılmasına bağlıdır.”

Ortaya çıkış üzerine bir makalede, 13.8 köşe yazarı Adam Frank şunları yazdı:“Eğer temel varlıkları ve onların yasalarını bilirseniz, prensipte olacak ya da olabilecek her şeyi tahmin edebilirsiniz. Gelecekteki tüm tarih, tüm evrim, bu elektronların ve kuarkların yeniden düzenlenmesinden ibarettir. İndirgemeci görüşe göre siz, köpeğiniz, köpeğinize olan sevginiz ve köpeğinizin size duyduğu sevgi, atomların düzenlenmesi ve yeniden düzenlenmesinden başka bir şey değildir. Hikâyenin sonu.”

Açıkçası, kimse buna gerçekten inanmıyor. Ancak, transhümanizmin en büyük vaatlerinin işe yaraması için, bu tür şeylerin doğru olması gerekir. Sorun şu ki bu doğru değil. Bu nedenle, bilimkurgunun bir şekilde gerçeğe dönüştüğü uzak bir geleceğe odaklanmak yerine, transhümanistler enerjilerini insanlığın bugünkü durumunu iyileştirmeye yönlendirmeli. Transhümanistlerin özlemlerini dayandırdıkları teknolojilerin birçoğu, burada ve şimdi gerçek bir fark yaratabilir.



Sachin Rawat / Yazar, Biyoteknolog


Big Think’ten çeviren: Tanju Aşanel Düzeltme: Deniz Vural


Bir Yorum Yazın