NEDEN OKUNMALI? 91 yaşındaki Jürgen Habermas, çağımızın en büyük filozof ve sosyologlarından biri. Alman filozof, “Frankfurt Okulu”nun yaşayan en önemli temsilcisi. Geçtiğimiz aylarda bir Alman dergisine verdiği röportajda, korona krizinin bize ne kadar az şey bildiğimiz hakkında önemli dersler verdiğini söylüyor. Geçtiğimiz Kasım ayında yayınlanan yeni kitabından da söz eden Habermas’la yapılan bu söyleşi dikkate değer.
Okuma süresi: 11 dakika
Geçtiğimiz ay 91 yaşına giren Jürgen Habermas, çağımızın en büyük filozof ve sosyologlarından biri. Alman filozof, “Frankfurt Okulu”nun yaşayan en önemli temsilcisi. Marksist eleştirel teoriyi söylem teorisiyle sürdürüşü bir çığır açtı ve demokratik hukuk devletinin iddialı bir temellendirmesini beraberinde getirdi.
Düşünce dünyasıyla etkileşime giren düşünürlerin en seçkinleri; eleştirel kuramcı ve düşünür Theodor Adorno, Marksist siyaset kuramcısı ve hukukçu Wolfgang Abendroth, filozof ve yorumsamacı Hans-Georg Gadamer’dir. Kendi çalışmaları ekseriyetle dilbilimsel felsefe ve söz edimi kuramını, gelişimsel psikolojiyi ve Amerikan pragmatist geleneğini içeriyor. Fakat çalışmalarının merkezini oluşturan şey, Immanuel Kant’la süregelen bir diyalog ve “bitmemiş bir proje” olan Aydınlanma’yı ilerletmek gayesiyle Kant’la ve nihayetinde Kant’ı aşacak bir çabayla şekillendirmek.
Theodor Adorno, Herbert Marcuse, vb. Frankfurt Okulu temsilcilerinin kötümserliğinin üstesinden gelen Habermas, “eleştirel kuramın” Marksist mirasını ve onun modernite anlayışını yeniden uyarladı. Max Weber’in otoriteryen devletçiliğiyle yüzleşti ve Alman felsefi, sosyoloji ve hukuk geleneklerini daha da karmaşık bir hukuk ve demokrasi teorisine itti.
Markus Schwering’in Frankfurter Rundschau için Habermas’la Pandemi sırasında yaptığı söyleşi:
–Profesör Habermas; bireysel olarak içinde bulunduğunuz bu durumu, Korona krizi günlerini nasıl deneyimliyorsunuz?
Size ancak şu zamanlarda aklımdan neler geçtiğini söyleyebilirim. Çok bileşenli ve karmaşık yapıdaki toplumlarımız elbette sürekli olarak büyük belirsizlik halleriyle karşılaşır ancak genellikle bu belirsizlik halleri bölgeseldir, farklı zamanlarda meydana gelir ve konudan sorumlu uzmanlar tarafından neredeyse sıkıntısızca, gözlerden uzak bir biçimde toplumun şu veya bir diğer alt sistemi dâhilinde çözüme ulaştırılır. Bunun aksine günümüze baktığımızda varoluşsal belirsizlik, küresel ve eşzamanlı olarak, medya ağlarıyla birbirine bağlı insanların zihinleri arasında yayılmaktadır.
Jürgen Habermas’tan Korona üzerine: Toplumsal sonuçlar henüz öngörülebilir değil
Artık herkes risklerden haberdar ediliyor çünkü pandemiyle mücadelede sağlık sistemlerinin aşırı yüklenmesine önlem olarak yapılan sosyal yalıtım, salgınla mücadelede elimizde olan en önemli değişken. Bununla beraber belirsizlik yalnız salgınla baş etmemiz noktasında değil, bu salgının henüz hiç öngörülemeyen ekonomik ve toplumsal sonuçları hakkında da varlığını sürdürüyor. Bu bakımdan bildiğimiz kadarıyla, şu anda hiçbir uzman, virüse ilişkin bu sonuçları tam olarak öngöremiyor.
Ekonomi ve sosyal bilimler uzmanları da kendilerini dayanaksız öngörülerden kaçınmak zorunda. Söylenebilecek bir şey vardır: Bilemeyişimiz ve bu belirsizlik içinde yaşayıp hareket etme zorunluluğumuz hakkında asla şimdiki kadar çok bilgimiz olmamıştı.
‐ Yeni kitabınız “Bu da Bir Felsefe Tarihi [1]” şimdiden üçüncü baskısını yaptı. Temanız “Batı düşünce geleneğindeki inanç ve bilginin ilişkisi” oldukça sadeydi. Bu başarıyı beklediniz mi?
Böyle bir kitap yazarken kendinizi bu düşünceyle meşgul etmezsiniz. Yalnızca hata yapmaktan korkarsınız. Her bölümde ayrıntılara daha hâkim uzmanlarla yaşayabileceğiniz zıtlaşmalar hakkında kafa yorarsınız.
-Ben de kitabınızda didaktik bir amaç sezdim. Tekrarlar, geriye dönüşler, özetlemeler bütünü yapılandırıyor ve dinlenme imkânı sunuyor. İlgili, fakat uzman olmayan bir kişi için anlamayı kolaylaştıracak bir yöntem sunmayı tercih ettiğiniz görülüyor.
Şimdiye kadar okuyucularım genellikle akademik çevreden meslektaşlarım, çeşitli konularda çalışan öğrenciler, özellikle etik ve sosyal çalışmalar üzerine eğitim veren öğretmenlerden oluşuyordu. Bu defasında, mektup kanalıyla gelen geri-dönüşlerden aldığım ilk izlenimlerimden anladığım kadarıyla, tamamıyla farklı bir okuyucu kitlesiyle karşı karşıyayım. Elbette bu kişiler arasında inanç ve bilgi konusuyla ilgilenenler vardı; ancak aynı zamanda, genel olarak düşünceli olan ve tavsiye arayan doktorlar, yöneticiler, avukatlar, vb. de okuyucularım arasındaydı. Felsefeye, kendilerini anlamak açısından önem verdikleri görülüyordu. Bu beni oldukça tatmin etti çünkü aşırı uzmanlaşmanın filozofun görüşlerine ve işlediği konuya verdiği zarar beni bu tarz bir girişim yapmaya itmişti.
Jürgen Habermas: İnanç ve bilgi söyleminden neler öğrenebiliriz?
-Herder’e kadar uzanan çalışmanızın başlığında “Bu da [2]” ifadesi beni rahatsız ediyor.
Başlıkta yer alan “Bu da” ifadesi, okuyucunun dikkatini bu tarih araştırması çalışmasının yeni olmasının yanı sıra, ancak olası yorumlamalardan biri olduğu düşüncesine dikkat çekmesi için var. Bu alçakgönüllü ifade okuyucuyu, elindeki yapıtı kapsamlı ve kesin bir felsefe tarihi olarak ele almasının yol açacağı yanlış anlaşılmalar konusunda uyarıyor. Ben de kendi görüşlerim doğrultusunda bu tarihi belli bir post-metafizik bakış açısıyla, bir öğrenim süreci olarak ele alan bir yorum çizgisini takip ettim.
Hiçbir yazar belli bir bakış açısını takip etmekten kaçınamaz ve bu bakış açısında da doğal olarak kendi kuramsal inançlarından her zaman bir şeyler yansıtır. Ancak bu söylem, düşüncelerimin yanılsanabilen bir bilinçle üretildiğini ifade eder, fikirlerimin doğruluk ispatına yönelik bir iddia olarak değerlendirilemez.
-Başlıktaki “Bu Da” ifadesi aynı zamanda felsefe tarihi ve inanç/bilgi konusunda da bir ilişki öne sürüyor. Bana öyle geliyor ki bu ilişki, gerilimden tamamıyla ayrılabilmiş değil.
Bir filozof olarak “inanç ve bilgi söyleminden neler öğrenebiliriz?” sorusuyla ilgileniyorum. Kant ve Hegel arasındaki ahlak ve etik ilişkisine dair tartışma bu nedenle büyük yer kaplıyor; zira bu tartışma Hıristiyan sevgi ahlakının evrenselci çekirdeğinin aynı anda radikal ve seküler bir şekilde benimsenmesiyle ortaya çıkmıştır.
Din geleneğinin merkezinde yer alan kavramların kavramsal tercüme süreci benim konumu oluşturuyor. Yani tüm inananların evrensel ve kardeşçe bir topluluk oluşturduğu ve kişinin “bireylik” tanımı nezdinde yeri doldurulamaz ve biricik olması da göz önünde bulundurularak, her bir üyenin adilce davranılmayı hak ettiğini ileri süren post-metafizik düşüncenin benimsenmesi. Şu anki Korona krizi sürecinde de gördüğümüz gibi eşitlik düşüncesi gelip geçici bir konu değildir.
Jürgen Habermas’tan Korona krizi üzerine: Devletlerin farklı çalışma biçimleri
Hangi Ölçüde?
Krizin şu ana kadarki sürecinde, bazı ülkelerdeki politikacıların güttüğü stratejilerin, devletin her insanın hayatını kurtarmasının mutlak önceliğine temellendirme konusunda tereddüt ederek, maliyet faydacı bir yaklaşımla istenmeyen ekonomik sorunların çözülmesi üzerine kurduğu görülmüş ve görülüyor. Eğer bir ülke toplumun çoğunluğunun hızla bağışıklık kazanması için, salgının başıboşça yayılmasına izin veriyorsa, aksi halde önüne geçilebilecek olan sağlık sisteminin öngörülebilir çöküşünü ve bunun sonucu olarak da görece yüksek sayıdaki ölümleri göze alıyor demektir.
Benim “tarihim” aynı zamanda, günümüzde böyle krizlerle baş etmede tercih edilen stratejilerinin etik-felsefi arka planına da ışık tutuyor.
Batı felsefesinin gelişim yolu tüm kırılmalara ve yeni yaklaşımlara rağmen size göre nispeten tutarlı bir yol izliyor. Ancak bu tutarlılığın bir dezavantajı yok mu?
İğneleyici bir “Bu Da” ifadesi taşımayan geleneksel bir felsefe tarihi, dediğim gibi, tek bir yazarın altından kalkamayacağı bir bütünlük için çabalıyor demektir. Ancak “öğrenme süreçlerini” bilim tarihi şeklinde ele alma amacı taşıyan bir arayış, kendine özgü bir bakış sunuyor. Bu bakış, bir taraftan tüm filozofların aynı şeyi farklı şekillerde düşündüğünü iddia eden Platoncu kabulü ihlal ederken, diğer taraftan ilerlemenin her bir kavramına karşı günümüzde egemen olan ve sözde tarihsel olarak açığa çıkan şüpheci yaklaşıma da karşı çıkıyor.
Felsefe tarihine dayalı bir ilerleme düşüncesi bana da uzak. Eğer bir kişi “öğrenmeyi”, kendi hayat izlencesinde ve süreklilik arz eden problemlerine ürettiği çözümler konusunda bir rehber olarak ele almayı tercih ederse bu, felsefe tarihinin ancak erekselci (teleolojik) bir anlayışla ifade edilebileceği anlamına gelmez. “Hiçbir yerden bakış”la teşhis edilebilecek bir erek (telos) mevcut değildir. Aksine sadece her defasında, belli türden meselelere dair geçici ve bu nedenle tarihsel olarak sürekli tekrarlanmış çözümleri ardı ardına sıralayan, daha az veya daha fazla olumlu sebeplerden ötürü [bizi] izleğe geri döndüren bakışımız var.
Jürgen Habermas: Eski filozofların hala bize anlatacak bir şeyleri var
-Yalnız kitabınızda felsefi düşüncede ilerleme olup olmadığına dair bir soru ileri sürmüyor. Doğruca soralım: Kant Aristoteles’ten daha iyi midir?
Tabii ki hayır, aynı Einstein’ın Newton’dan “daha iyi” olmadığı gibi. Felsefi ve bilimsel düşünce arasındaki çizgiyi bulandırmak ve bu şekilde “ilerleme” düşüncesinden bahsetmek istemiyorum. İki durumda da teorik yaklaşımlar ve paradigmalar farklı şekilde “köhne” hale gelmiştir.
Ancak bahsedilen yazarlar zamanının meselelerini o zamanda mevcut olan sorgulama biçimleriyle, bilgi ve mantık çerçevesinde çözmek konusunda öncü olmuş kişiler. O zamana kadar geçerli olan yaklaşımları yıktılar ve klasik düşünürler haline geldiler. Klasik demek, bize hâla anlatacak şeyleri var demektir. Teorilerin zaman içinde değişmiş kavram dili bağlamı dâhilinde, hala modern bilim teorisi Aristoteles’in İkinci Analizi ve modern etik de Kant’ın özerklik ve adalet kavramları üzerine kurulu.
-Sizde Hıristiyan Orta Çağı’nın düşünce ürünlerine yönelik daha öncesinde tahmin etmediğim güçlü bir sempati olduğunu hissettim. Bu sempati öğrenme sürecinizin sizi de şaşırtan bir sonucu muydu?
Emekli olmadan önceki son dersimde, uzun bir zaman önce, Thomas’la zaten ilgilenmiştim. O zamanlar da bu devasa sistemin yapıcı gücü ve iç tutarlılığıyla büyülenmiştim. Şimdiyse Dun Scotus ve Ockham’lı William’dan da eşit derecede etkilenmiş durumdayım. Doğru, bunlar günümüze geç kazandırılmış öğrenme süreçleri ve bunlarla birlikte, eğer doğru gözlemliyorsam, kendimi modern zamanları anımsatan yüksek orta çağın (XI ila XIV yüzyıl) uzun soluklu araştırması furyasına atmamı sağlamışlar demektir.
-Eğer sizin yerinize, felsefe tarihinizin hangi kısmının sizinle en çok özdeşleştiği sorusuna bir yanıt teşebbüsünde bulunsam, “Spinoza” derdim. Spinoza bölümünde bazı yerler var ki aniden şöyle dedim: Habermas kendini tasvir etmiş.
Bu beni şaşırttı doğrusu. Ancak yorumlayıcı yazarı, yorumlayıcının kendisini anlamlandırdığından daha iyi anlayabilir. Spinoza okurken, şimdi anladığım bir şey var. Marrano (İspanyol Kralı’nın baskısı altında zulüm görüp Katolik yapılan İspanyol Yahudileri) tarihi bağlamında neden Spinoza’nın XX. yüzyıl Alman-Yahudi burjuva entelektüelleri arasında, Kant’tan neredeyse daha fazla ilgi gördüğünü idrak ettim.
Leo Strauss, Spinoza’nın kitabının İngilizce tercümesine yazdığı önsözde şöyle diyor: “Spinoza yalnızca zamanının aforoz edilmiş ve saf ateist olduğu için zulüm görmüş bir kişisi değildi; aynı zamanda da iyi nedenler bulunduğu sürece, dini kökeninin tözünü inkâr etmeyen, Hegelci bir ifadeyle ‘kendini aşıp ortadan kaybolmuş [3]’ dürüst bir aydınlanmacı düşünürdü.” Buna gerçekten sempati besliyorum. Etkisi nezdinde ele alındığında Spinoza’nın düşünceleri, özellikle genç Schelling’in doğa felsefesine dair düşüncelerinin ve de Alman İdealist düşüncesinin büyük kuramsal hareketinin başlangıcının ilk adımları olmuştur.
Jürgen Habermas: Kilise batı dünyasındaki bağlarını yitiriyor
-Nietzsche “Tanrı öldü” teolojisi kapsamında, “İnanç ve Bilgi”nin merkezine tam uyumlu bir yapıya sahipken, tüm bağlamın dışında bırakılmış. Neden?
Edebiyatla haşır neşir olmuş her genç, aynı benim de yaptığım gibi, kendi Nietzsche’sini ilan etmiştir. Ancak Nietzsche’nin, savaş sonrası Nazi döneminin Sosyal Darwinizm yanlısı yorumlamaları dâhilinde, “Güç İçin İrade” söylemi üzerinden devlet filozofu olarak kutlanıyor oluşu, henüz yanı başımızda. Bu politik nedenden dolayı bu söylemin süregelen çekiciliğine karşı bağışıklığım var. Kentsel yönlerini Fransız perspektifiyle daha iyi kavradıktan sonra bile, bu yazara karşı (bilgi kuramına dair yaklaşımları haricinde) mesafeli kaldım. Aynı zamanda olgusal nedenlerden ötürü “Ahlakın Soy Kütüğü Üzerine”nin zihin egzersizi olarak dahi iyi olduğunu düşünmüyorum. Zira Nietzsche eserinde, öznesine yönelik tarafsız olmayan bir ilişkilenme sergiliyor.
Aslında projemin zamansal bağlamına pek uymasa da onun tarihte gerçekleştirdiği etkinin sadece belli bir kısmıyla ilgileniyorum; bu etki, bazı filozofların bastırılmış dini duygularını estetik düşüncesi içinde bir nebze yüceltirken, içlerinde barındırdıkları ölümcül itkiyi ifade edişlerini kapsıyor.
-Modern batı toplumlarında sık sık “kitlesel ateizm” kavramını kullanıyorsunuz. Bu kulağa saygısızca gelen bir tabir ve kendinizi zamanın ruhunun karşısında konumlandırma eğiliminizi destekliyor.Yani henüz popülerleşmemişken kararlı bir şekilde sergilediğiniz “seküler” yaklaşımı aynı kararlılıkla yeni popülerleşen “seküler eleştirisini” benimseyerek sürdürüyorsunuz.
Bu konuda yanlış anlaşıldığımı düşünüyorum. Bir sosyolojik terim olan “kitlesel ateizm” kavramını, ilk bölümde tartıştığım, kiliselerin bağlayıcı etkisinin günümüzde de özellikle Batı ve Orta Avrupa’da gözlemlediğimiz, zayıflayan gücünün nicel düzlemine istinaden kullandım. Ne yazık ki beni, benim de eleştirel bir şekilde ele aldığım “sekülerci” kavramının dâhilinde yer alan bir tavrın içine yerleştirmişsiniz.
[1] Auch eine Geschichte der Philosophie
[2] Auch
[3] aufgehoben