NEDEN OKUNMALI? “Ortadoğu, bir komplo kazanıdır; en olmadık teorilerin, politikada sıkça somut sonuçlara yol açabildiği bir yerdir.” diyen Jeffrey Goldberg, Trump’ı da komplo teorileriyle iktidarını sağlamlaştıran Ortadoğulu liderlerle aynı kefeye koyuyor.
Okuma süresi: 5 dakika
Mustafa Muhammed Camisi’nde Cuma namazı. 21 Eylül 2001. İki bin kişi namaz kılıyor, bazıları kendinden geçmiş, bazıları öfkeli, bazıları yeni gerçeklikten habersiz. Vaiz Ahmed Yusuf, öfkesini iki yöne yansıtıyor: El Kaide’ye (onlara “haydutlar” diyor) ve Amerika Birleşik Devletleri’ne (riyakârlık örneği olarak tasvir ediyor).
Cemaatin lideri Mustafa Mahmud’un kendisiyse, hiç öyle karmaşıklık işler yapmıyor. Onunla namazdan sonra buluştum. Yaşlı bir adam, ünlü bir hekim ve hayırsever, aynı zamanda da nüfuzlu bir İslamcı. “Bilim ve İnanç” adlı televizyon programı milyonlarca insan tarafından seyrediliyor.
“Cevap istediğini anlıyorum,” diyor. Yardımcıları ona sorularımdan bazılarını iletmiş bile. Örneğin bir tanesi: “El Kaide Amerika’ya neden saldırdı? Öfkelerinin sebebi ne?”
“Evet” dedim, “Cevap istiyorum.”
“Waco,” diyor. Yüz ifademden afalladığımı anladığına eminim. Ve devam ediyor: “Dünya Ticaret Merkezi’ne Branch Davidian tarikatı, McVeigh’in müritleri saldırdı. Onlara MOSSAD yardım etti. Dünya Ticaret Örgütü’nde çalışan İsraillilere o gün işe gitmemelerinin söylendiğini biliyor muydunuz?” Söylediğine göre internette okumuş bunu.
Saldırıların üzerinde sadece 10 gün geçmişti ve çapraşık bir 11 Eylül komplo teorisinin şeması internette oluşmaya başlamıştı bile. Mahmud bana hiçbir Arap’ın saldırıları gerçekleştirmiş olamayacağını, çünkü Arapların “bunu yapmak için koordine olacak beceriye sahip olmadığını” söylüyor.
“Amerikan havacılığını bin Ladin ne bilsin?” diyor. “Afganistan’da yaşıyor.” Mahmud komploculuğunda keskindi, tabii kendisi için bu argümanlar komplo değildi; kalleş komplocular tarafından dürüst adamlardan saklanan kanıtlanabilir, inandırıcı hakikatti.
11 Eylül saldırılarından önce Mısır’daki en büyük devlet kontrollü gazete olan Al-Ahram’da yayınlanan bir makalede, Mahmud medeniyete yönelik en büyük tehdidi şöyle tarif etmişti: “Yahudiler neyin peşinde? Sion Liderlerinin Protokolleri’nin dokuzuncu protokolünde ne yazıyor okuyun. Diyor ki: ‘Emellerimizin sınırı yok, bitip tükenmez hırsımız, acımasız bir intikam duygumuz ve akla hayale sığmaz bir nefretimiz var. Dürüst yöntemlerimizi kullanarak anlaşılması olanaksız planlara sahip gizli bir orduyuz.’”
Saldırılar olduğunda, Mısır toplumsal bir çözülme sürecine girmiş durumdaydı. Halk, liderlerinden nefret ediyor ve liderler de halktan korkuyordu. Sıradan Mısırlılar, her yeri sarmış yolsuzluk ve kinizm, sürekli gıda kıtlığı, siyasi baskılar ve bunaltıcı ekonomik güvensizlik karşısında çaresiz durumdaydı. Bu ortamda, modern dünyanın karmaşıklığı karşısında haklı olarak neye uğradığını şaşıran insanlar, komplocu düşüncelerde mutsuzluklarına geniş kapsamlı bir açıklama buldular.
“Saçmalık, saçmalıktır ama saçmalığın tarihi bir bilimdir.”
Saul Liberman
Çoğu zaman kendisini, küresel egemenliği amaçlayan yüz yıllık bir Yahudi planının varlığına işaret eden bir Rus uydurması olan “Protokoller” üzerinden ifade eden anti-semitizm, iktidardakilerin, kendilerine yönelik öfkenin hedefini saptırmak için kullandığı araçlardan biriydi. Walter Russell Mead “Anti-semitizmin en rezil halinin en ateşli görüldüğü ülkeler, neredeyse her zaman, geri kalmış ve yoksul ülkelerdir,” diye yazmıştı. Sion liderleri onlara komplo kurduğu için değil, “dünyayı olduğu gibi görme ve karmaşık toplumsal ilişkilenmeler içerisinde sebep sonuç ilişkilerini ayırt edebilme yetisinden yoksun oldukları için geri kalmış ve yoksuldurlar.”
Ortadoğu, bir komplo kazanıdır; en olmadık teorilerin, politikada sıkça somut sonuçlara yol açabildiği bir yerdir. Saul Liberman (ç.n. Yahudi haham ve profesör) bir keresinde şöyle demişti: “Saçmalık, saçmalıktır ama saçmalığın tarihi bir bilimdir.” Buna şunu eklerim: Saçmalığın etkisi, bilimle, doğrudan gözlemle, paylaşılan bir epistemolojik gerçeklikle doğrulanmadıkça, son derece şiddetli hasarlara yol açabilir.
Sekiz yıl sonra, penceresiz bir Austin Teksas deposunda, komplo teorisyeni Alex Jones, bana, 11 Eylül’de olan bitenlerin araştırılmış ve kanıtlanmış hakikatine, Mustafa Mahmud gibi kendisinin de neden inanmadığını anlatıyordu. Jones, en üst düzey komplo teorisyenlerinden biri. Ayrıca bu işi profesyonel olarak yapıyor. Çığırtkanlığını yaptığı zırvalığa (hava durumunu hükümetin kontrol ettiğine, Bill Gates’in gizliden gizliye insan ırkını arîleştirmeye çalışan soykırımcı biri olduğuna) kendisi inanıyor mu görmek için onu çalıştığı yerde ziyaret ettim. Saçmalıklar listesinin sonu yok gibi.
Normal hayatta gayet aklı başında insanların akla mantığa aykırı teorilere samimiyetle inanması bana hep garip gelmiştir.
Normal hayatta gayet aklı başında insanların (Mustafa Mahmud, Mısır’ın önde gelen hekimlerinden biri) akla mantığa aykırı teorilere samimiyetle inanması bana hep garip gelmiştir. Jones gibi insanları, tutarlılığa son derece doğal bir ihtiyaç duyan masum insanları istismar eden nihilist üçkâğıtçılar olarak değerlendirmişimdir.
Jones bana meşgul olduğunu söyledi; sadece 30 dakikam vardı. Ama buluştuktan sonra, dört saat geçmesine rağmen hala anlatıyordu. (Artık bir Meksika restoranına gitmiş, yemek yiyorduk ve ben oradan nasıl sıvışırım diye düşünmeye başlamıştım.) Kafayı sıyırmış gibiydi ve bu yüzden de katlanması zordu. Şunun gibi ifadeleri dinlediğim bir öğleden sonra geçiriyordum: “Tiranlık altında yaşıyoruz. Bankacılar ve Yeni Dünya Düzeni, Savaş Yetkileri Yasası’nı kullanarak silahlarımıza el koymak istiyorlar. Burası bir cumhuriyet değil(…) Hadi ama bankacıların bize zorla flüorür dayattığını söylersen, 11 Eylül’e içeriden destekli bir saldırı dersen seni mahvederler, işte bunlar böyle şeytanlar.”
Ortadoğu’da komploya dayalı saçmalıklar dinleyerek yıllar geçirdim ve Rus komplo teorisyenliğinin uzun ve iç karartıcı tarihine aşinaydım. ABD’de komplocu düşüncenin, genellikle (her zaman değil ama genellikle) marjinal bir olgu olduğunu bilmek beni rahatlatıyordu. Jones gibi adamlar, çoğu zaman korku değil bir eğlence kaynağıydılar. Sağlıklı toplumlar, kendilerini fantastik düşüncelerden koruyacak antikorlar üretirler ve “ABD de demokratik, özgür ve şeffaf bir ülke olarak sağlıklı bir toplum,” diye düşünürdüm.
Elbette yanılıyordum.
İmkânsız soru şu: Komplo teorilerine bu kadar zafiyeti olan biri, nasıl oldu da başkanlığa gelebildi?
Trump, 2015 sonunda Jones’a “İnanılmaz bir itibara sahipsin. Yüzünü kara çıkarmayacağım,” dedi.
Ve çıkarmadı da. Trump, demokrasimizi komplocu düşüncenin zararlı sonuçlarından korumuyor. Onun yerine bu düşünceyi benimsiyor. İktidara gelişinde bir komplo teorisi (Obama’nın ABD’de doğmadığı) etkili olmuştu. İktidara geldikten sonra da aşırı sağcı bir komplo teorisi olan Qanon’un sadık müritlerinden biri gibi “derin devlet” tehdidinden bahsedip duruyor. Resmi korona virüs ölüm sayısını bile (ki kendisine yönelik karanlık bir komplo olarak görüyor) sorgulamaya başladı. Alex Jones’dan farkı ne? Rus ve Ortadoğulu komplo teorisi imalatçılarından farkı ne?
Beyaz Saray’da oturuyor. Bu çok büyük bir fark.
İmkânsız soru şu: Komplo teorilerine bu kadar zafiyeti olan biri, nasıl oldu da başkanlığa gelebildi? Önümüzdeki seçimler açısından en belirleyici sorulardan biri bu. Bu seçim, yalnızca siyasi bir yarış olmayacak, aydınlanma değerleri ve gerçekliğin kendisinin de referanduma sunulması olacak.
Saçmalık, saçmalıktır; insanların ölümüne sebep olmadığı sürece. Ve komplocu düşünce, özellikle ABD başkanı tarafından yayıldığında, varoluşsal bir tehdittir.
