NEDEN OKUNMALI? İster şüpheci, ister özgürlüğüne aşırı düşkün diyelim, ister komplo teorilerine inanmaya meyilli bir takım kafası karışmış insan toplulukları diyelim, bu kişiler artık, sosyal medyadan örgütlenerek başkaldırmaya başladılar. İçlerinde virüsün varlığına inanmayanlar olduğu kadar, devletlerin keyfi uygulamalarla özgürlükleri kısıtladığını düşünler de var. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti aldığı son kararla maske takma zorunluluğunu yaygınlaştırırken, müzik yasağı da getirerek zaten zor durumda olan eğlence ve yeme-içme sektörünü iyice zora soktu. Hatırı sayılır kalabalıkların katıldığı etkinlikler düzenlemekten çekinmeyen hükümetin aldığı bu kararı, siyasi bir hamle olarak görenler çoğunlukta. Peki, buna benzer siyasi fırsatçılığa verilen tepkiler yanı sıra, korona virüs krizine hükümetlerin halen bir çözüm üretememesi de eklenince, virüsle topyekun bir savaş nasıl mümkün olacak?
Okuma süresi: 5 dakika
İster şüpheci, ister özgürlüğüne aşırı düşkün diyelim, ister komplo teorilerine inanmaya meyilli bir takım kafası karışmış insan toplulukları diyelim, bu kişiler artık, sosyal medyadan örgütlenerek başkaldırmaya başladılar. İçlerinde virüsün varlığına inanmayanlar olduğu kadar, devletlerin keyfi uygulamalarla özgürlükleri kısıtladığını düşünler de var. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti aldığı son kararla maske takma zorunluluğunu yaygınlaştırırken, müzik yasağı da getirerek zaten zor durumda olan eğlence ve yeme-içme sektörünü iyice zora soktu. Hatırı sayılır kalabalıkların katıldığı etkinlikler düzenlemekten çekinmeyen hükümetin aldığı bu kararı, siyasi bir hamle olarak görenler çoğunlukta.
Peki, buna benzer siyasi fırsatçılığa verilen tepkiler yanı sıra, korona virüs krizine hükümetlerin halen bir çözüm üretememesi de eklenince, virüsle topyekun bir savaş nasıl mümkün olacak?
Ağustos ayı sonunda Berlin’de yapılan ve on binlerce kişinin katıldığı korona gösterisi, Avrupa’da ses getirdi. Bu gösteriden bir hafta sonra, Roma ve Zagreb’de insanlar, pandemi önlemlerine karşı sokağa çıktı. Köşe yazarları, protestocuların hayal kırıklığı ve anlayışsızlıklarının nereden kaynaklandığını kavramaya çalışıyor ve nasıl tepki verilmesi gerektiğini tartışıyor.
Çocuk gibi muamele görüyoruz
The Daily Telegraph‘a göre virüsle mücadele, insan hayatını en küçük ayrıntısına kadar kontrol etmek isteyenlere fırsat veriyor.
“Virüs, zaten rayından çıkmış aşırı sağlık ve güvenlik kültürünü daha da körükledi. Her zamankinden daha çok çocuk muamelesi görüyoruz şimdi. Hükümetin hiç durmadan yüksek kalorili gıdaları yemenin nasıl bir terbiyesizlik olduğu konusunda sürekli ders vermesi zaten yetiyordu, hayatımızı en küçük ayrıntılarına kadar düzenlediği için Kovid çağı buna tuz biber ekti. Kovid dönemi bürokratlar, kuralcılar ve şuna ya da buna asla izin verilmemesini sevenler, izin verilse bile 47 çeşit form doldurulması gerektiğine gerekçe bulanlar için, gerçekten iyi bir eğlence oldu.”
İnsan hayatının tehlikeye atılması kırmızı çizgidir
Hırvat Jutarnji List, “Düşünce özgürlüğü ve gösteri hakkının da bir sınırı var,” diyor.
“Zagreb’deki ‘Özgürlük Festivali’ için bir araya gelenler, kovid-19’un tehlikeli olmadığına ya da devlet ve hükümetin insan haklarını kısıtlama bahanesi olduğuna inanan komplo teorisyenleriydi. (…) Tuhaf düşünceleri olanlara da toplantı ve gösteri hakkı tanınması demokrasinin bir parçasıdır. İnsansı sürüngenlerin varlığına inanmak isteyenlerin buna inanma hakkı var. Hatta bu insan doktorunuz olduğu için, rahatsız edici de olsa bu hakkı var. Ama insan hayatı tehlikedeyse, net bir sınır çizilmesi şart. Pandemi sırasında başka insanları korumak için asgari kurallara uymayı reddedenler, tehlikeli insanlar ve cezalandırılmaları gerek.”
Sakın ha “bir bakalım hele” denmemeli!
İtalyan Avvenire, korona virüse inanmayanlar ve önlemleri eleştirenler hareketine karşı acilen gereken tepkinin gösterilmesini istiyor:
“Küresel sağduyu krizden çıkmak için yavaş ve çelişkili adımlar atarken, uluslararası egemenlikçilerin dev heterojen koalisyonu en tehlikeli toplumsal yolu seçiyor: İnkar. (…) Bu gelişmeyi küçümsemek çok büyük bir hata olur, nitekim küresel ‘maskeye hayır’ ağı güçlü ve iyi örgütlü. Bu ‘popülist’ tabana eklenen Neonazi aşırı uçların devriyeleri gençler arasında yoğun ilgi çekiyor. (…) Bunlara zamanında tepki vermek çok önemli. Öncelikle diyaloga dayalı siyasi ama öncelikle de Avrupalı bir tepki.”
Suçlu aramaya artık son verilmeli
Avusturya’dan Der Kurier: ”En üst kademedeki karar vericiler de hata yapabilir, anlayışlı olmak lazım,” diyor.
“Güçlü bir lider lazım diyenler, bir saniye sonra otoriter özgürlük kısıtlamalarına öfkeleniyor. Karar verme pozisyonunda olan birisi haklı gerekçelerle kararını gözden geçirmeye kalksa, zikzak çizmekle itham ediliyor. (…) Dünya üzerindeki bütün hükümetlerin pandeminin altında ezildiğini, her şeye doğru bir cevapları olmamasını (uzmanlar bile her konuda hemfikir değil) kabul etmek zor. Özellikle bu krizden ciddi biçimde etkilenenler için çok daha zor. Çaresiz öfkeyi birilerine yöneltmek, bu durumda insanları rahatlatabiliyor. Sürekli bir suçlu aramanın perde arkasında, sorumluluk alma korkusu var. Bu korku insanları suçu başkalarına havale etmeye itiyor.”
Sağlıklı kuşku demokrasiyi canlandırır
İsviçre’den Le Temps, kovid-19 krizinin hükümetle vatandaş arasındaki ilişkiyi değiştirdiğini gözlemliyor:
“Doğru kriz yönetimi konusunda uzmanlar arasındaki çatışma, vaka eğrisinin gidişatı, çocukların pandeminin yayılmasındaki rolüyle ilgili çelişkili fikirler ya da bilgi eksikliği konusundaki itiraflar, zaman zaman halkın kulağında bir kakofoni yarattı. (…) [İsviçre’deki] siyasi merciler, Batılı toplumlarda seçkinlere karşı oluşan genel güvensizlik ortamında şimdiye değin iyi bir sınav verdi ama anlaşılan artık kovid-19’la mücadele ilk çiziklere neden oluyor. Buna rağmen şüphe etmek faydalıdır. (…) Şüphe, başkalarının kötü niyetli olduğuna dair bir güvensizlik değil, yurttaşların yansıtma becerisinin dışavurumunu önceleyen akılcı bir yaklaşım, Kartezyen bir eylem, demokrasinin canlılığının işaretidir.”
İşler kolaylaşmayacak
Belçika’dan Le Soir, tatil dönüşü işlerin öncekinden daha iyi olmamasına üzülüyor:
“Eylül ayı yaklaşıyor ve her şey hâlâ kötü, ya da yeniden kötüleşecek, hatta belki de kötüleşti bile. Hele şu her yerde, mümkün olduğunca sık takılması gereken maske yok mu! Herkes ofise döneceği günü iple çekiyor ama işe tren ya da tramvayla gitmek hala pek de akıllıca değil sanki. Evde bilgisayar karşısında oturmak da diğer çalışanların varlığı ve yardımı olmadan tahammül edilir gibi değil. Herkes dinlenmiş oldu, zaten kafa dinlemek için iyi bir fırsat olmuştu ama içten içe hala yorgunluk hissediliyor. Bildiğimiz anlamda ya da eskiden sahip olduğumuz yaşama sevincimizi çaldılar. Şimdi herkes, en sıradanı da dahil olmak üzere, o anların tadını doya doya çıkaramadığına üzülüyor.”
Başarısızlık, cesaretin de yitip gitmesine neden oluyor
The Irish Independent, şimdiye kadar katlandıklarımızın çok da işe yaramamasının hayal kırıklığını yaşıyor:
“Çoğu insan, korkmalarına rağmen bu akut felaket ortamıyla iyi baş ediyor. İkinci evrede sorunun en önemli parametrelerini ve bir sonraki adımda neler yapılması gerektiğini öğrendik: sosyal mesafe, el hijyeni, doğru öksürme ve maske. (…) Üçüncü evre en zoru. Çünkü şimdi geçtiğimiz aylarda ödediğimiz bedelleri değerlendirmeye başladık artık. Ve gördük ki ülkemizde hayat hâlâ çok kısıtlı, hâlâ gerilimler yaşanmakta ve kısıtlamalar sürekli değişmekte. Her akşam heyecanla kaç yeni korona vakası var diye bekliyoruz. Bu mu başarı?”
Özgürlüğümüzü adım adım unutuyoruz
“Pandemi korkusu ve çeşitli hükümetlerin keyfi önlemleri, yurttaşların özgürlük arzusunu baltaladı,” diyor İspanya’dan bildiren Sloven Delo muhabiri Urša Zabukovec:
“Korona virüs vücudumuza saldırmak yerine, zihnimizi güdükleştirdi. Çünkü yaşam kalitemizden vazgeçtik. Anlaşılan korona günlerinde yaşanan keyfi kısıtlamalar, göz korkutmalar ve baskı nedeniyle insanlar özgürlüklerinin (eski ABD başkanlarından Jefferson’ın bir zamanlar söylediği üzere) Tanrı eliyle değil, belli bir zümre, yani mevcut hükümet tarafından kendilerine bahşedildiğini kabullenmiş durumda. Bu hükümet canı ne isterse verebilir de alabilir de. Aynı durum aklın derin bir kış uykusuna yattığı [Slovenya’daki] toplumumuz için de söylenebilir.”